ÖZLEM EROL (UAA’84)
‘Sevdiğiniz işi yapın’
“Sadece emeklilik ve hafta sonları için çalışıyorsanız bu insanca değil. Yeni bir hayat mümkün.” Bu sözlerin sahibi, 16 yıldır Amerika’da yaşayan Özlem Erol ile kısa bir süre önce yayımlanan kitabı ve ABD’de yaygınlaşan yeni iş yapma ve yaşam kültürü üzerine görüştük.
Özlem Erol, UAA’84 mezunu. 11 yıl IBM’de çalışmış. 1999 yılında, hayallerini gerçekleştirmek için ABD’nin San Diego eyaletine yerleşmiş. İlk iki yıl, iki değişik şirkette satış ve pazarlama müdürlüğü yapmış. 2003 yılında, işlerini sevmeyen ama sevdikleri işleri yapmak için ilk adımı atmakta zorlanan profesyonellere yardım etmeye başlamış. Your Best Life ilk şirketi. 2010 yılından itibaren pazarlama danışmanlığı yapmış. Şirketlerin daha hümanistik değerlerle müşterilerine yaklaşmalarına yardımcı olmayı hedefleyen Purposeful adındaki ikinci bir şirketi olmuş. Bu sene de, ABD’de yaşamak isteyenlere, buraya gelip iş kurmalarına yardımcı olmak için BOE Consulting şirketini kurmuş. Ayrıca 2015 yılının Mart ayında, Create a Life You Love adlı ilk kitabını yayımlamış. Buluşma olarak soruyoruz:
Son kitabınızda neler anlatıyorsunuz?
Kitabımın adı Create A Life You Love. Şu anda sadece İngilizce ama Türkçe çevirisi de olacak. Ülkenizi, bildiklerinizi ve alışkanlıklarınızı bırakıp, kendi küçük dünyanızın dışına çıkınca, değişik düşünüş ve davranış şekillerine daha çok dikkat eder oluyorsunuz. Benim gibi, farklı bakış açılarına ve yeni şeyler öğrenmeye istekli ve meraklıysanız bu süreç çok keyifli. Amerika’ya geldikten sonra değişik ve olumlu bulduğum davranış biçimlerini yazmaya başladım.
Özellikle, ABD’de iş aradığım dönem, benim için bir dönüm noktası oldu. Türkiye’de, bizler büyürken çoğunlukla sorulmayan sorularla karşılaştım. Bir kariyer danışmanı, benim iş aradığımı öğrenince, bana ısrarla, hayatımdaki en ideal işin ne olacağını, en büyük tutkularımın neler olduğunu sordu. Ben, kendimi daha iyi tanıma fırsatı veren bu sürece bayıldım. Kendimize sormamız gereken ama vakit bulamadığımız veya cesaret edemediğimiz soruların yanıtlarını bilmek beni çok mutlu etti. Bunun hemen ardından, işinde kendini mutlu hissetmeyen ama ne yapacağını da bilemeyen veya ilk adımı atmak için cesaret gösteremeyen kişilere yardımcı olmaya karar verdim ve 2003 yılında koçluk yapmaya başladım. Kendi iş hayatımın da çok büyük ve güzel bir şirketle başlamasına rağmen kendimde seneler içinde bir boşluk hissedip, bana tam olarak uygun olmadığını düşünerek, çok güvenli bir ortamı bırakıp, bilinmeze doğru yol aldım. Benimle aynı süreçte olan ve benzer şeyleri yaşayan kişilerle bu sayede çok güzel ve güvene dayalı bağlantı kurmaya başladım. Bu koçluk sürecinde, insanın kendi kuvvetli taraflarını, hayallerini, yapmak istediklerini ve kendisini nelerin mutlu ettiğini bilmesinin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. Sürekli eğitimler, kitaplar ve tanıştığım harika insanlar sayesinde kendi bilgilerimi bu konularda arttırdım. Arttırdıkça paylaşma istediğim arttı. İnsanların nasıl hayallerini gerçekleştirdiğini, koşulları ne olursa olsun, kararlı adımlarla ilerlemelerini dinledim, gördüm, inceledim ve çok ilham aldım. Önce bütün bu öğrendiklerimi blog ve newsletter’larla herkesle paylaşmaya başladım. En sonunda da, yazılarımı okuyan dostlarımın teşvikiyle bu yazılarımı bir kitapta toplayıp kendi hayalimi gerçekleştirme şansı elde ettim.
Ayrıca, sürekli gelişmemi sağlayan, bu yeni ortamımda benim hayatımı güzelleştiren, kolaylaştıran, beni mutlu eden bazı hayat becerilerini paylaştım. Benim için herkesin kendi potansiyelinin farkında olması ve sevdiği bir şeyi, hayatına hobi, kariyer veya kendi işini başlatarak entegre etmesi çok önemli. İnsan yaş aldıkça, hayat çok çabuk geçer oluyor. Madem hayat böyle değerli ve kısa; bunu sadece para kazanmak için tolere edeceğimiz bir işle geçirmek yerine, hayatımızı güzelleştirecek keyifli şeylerle bezemek çok daha anlamlı diye düşünüyorum. Bir daha geri gelmeyecek anları değerlendirmek ve hayatımızı ertelememek gerektiğine inanıyorum.
‘Sevdiğin işi yap’ önermesi bugün çok revaçta. Siz ‘Sevilen iş mi – paralı iş mi?’ ikilemine düşenlere neler öneriyorsunuz?
Ben, kendi istediğini başarmış ve kağıt üzerinde değil, kendi içinde mutlu olmuş insanların hayatlarını inceledikçe ve okudukça ortak gördüğüm nokta şu oldu: Hepsi, akılları kadar, kalplerini de dinlemişler. Steve Jobs bunlardan biri. Üniversiteyi terk ederek, kendi yolunu bulmuş, onun kadar ciddi bir işadamından beklenmedik konuşmaları ve sözleri var. Hepsinde de ‘Sevdiğiniz işi yapın,’ diyor.
Bunun bize realistik gelmediğinin, hatta biraz ütopik geldiğinin farkındayım. Hepimiz çocuklarımızı eğitmek, yedirmek ve içirmek için masaya yemek koymak için çabalıyoruz. Tabii hayatın gerçekleri var, para hepimize lazım ama çok dar çerçevede bakıp hiç risk almazsak, bu kısır döngüden çıkmamız mümkün değil. Endüstri devriminden öncesine bakarsanız, herkes kendi yeteneği olan sevdiği şeyi seçermiş. Fırın açarmış, çiftçi olurmuş, kitap yazarmış, şarkı söylermiş.
İnsanlık tarihine bakarsanız, endüstri döneminden önce, yani yaklaşık 150 yıl öncesine kadar biz zaten böyle yaşıyormuşuz. Endüstri dönemi ile kendi zamanımızı para için satıp, önemli şeyleri emekli olacağımız senelere erteleme zihniyetini benimsemiş ve hiç sorgulamamışız.
Sonuçta, geçici olarak, hepimiz çok sevmediğimiz işlerde çalışmak zorunda kalabiliriz. Ama uzun dönemde hayatımıza anlamlı uğraşıları iş olarak, iş kurarak sokamıyorsak da, en azından zaman ayırıp hobi olarak entegre edebiliriz diye düşünüyorum. Sadece emeklilik ve hafta sonları için yaşamak, bence insanlara göre değil. Ben ABD’de başlayan yeni bir akımı takip ediyorum. Son derece akıllı ve insancıl liderler sayesinde, artık, iş ve kişisel keyiflerin bir arada yaşanacağı bir döneme doğru gidiş var. Bu 150 senelik sistem bir 150 sene daha gitmeyecek kanısındayım.
Bu yüzden, şu anda sevmediğiniz bir işten para kazanmaya devam ederken, yaşınız ne olursa olsun, sevdiğiniz şeyleri öne çıkaran bir ikinci plan üzerinde çalışıp, bir gün o plana geçebilirsiniz.
Yeter ki, hayatınızdan, işinizden memnun değilseniz ‘Başka bir alternatif var mı?’ diye sorgulayın. Neyin sizin için en önemli olduğunu bilmek çok önemli. Mümkün olduğu kadar bu önceliklere ve sizin hayatınıza anlam katan şeylere göre yaşamak çok önemli.
Her şeyin bir bedeli var, tamamıyla öncelikleriniz ışığında, siz hangi bedeli ödeyeceğinize karar verebilirsiniz. Her gün, sevmediğiniz bir güne başlıyorsanız bunun bedelini siz ödeyebilirsiniz: ‘Ben hastalandım, mutsuz oldum, kendime saygımı yitiriyorum,’ demeye başlarsınız.
Zaten bugün ne kadar iyi olursanız olun, ne kadar becerikli olursanız olun, artık ‘İşim 20-30 sene garanti,’ dememiz mümkün değil. O yüzden sevdiğiniz işi seçmek, bence, eskisi kadar büyük bir risk değil. Çünkü sevmeden çalıştığınız işiniz de, en az o kadar riskli. Başka gerçeklerle, başka bir dönemde yaşıyoruz, kısa bir hayatımız var. En azından onu ‘kendimiz için en anlamlı hale getirmek en doğrusu,’ diye düşünüyorum.
Haftada 40-60 saat sevmeden geçirdiğimiz saatler, hayatımızın çoğunluğunu oluşturuyor. ‘Bunu gözden çıkarmayalım, en azından alternatifleri araştıralım,’ diyorum.
Şirketlerin hümanist değerlere hitap etmesinin önemine vurgu yapıyorsunuz. Bunu biraz açıklayabilir misiniz?
Ben, 2010 senesinde, danışmanlık şirketimi kurduğumda, tecrübemin olduğu pazarlama ve iş danışmanlığını, kendi inandığım değerler çerçevesinde yapmaya karar verdim. En eski ve artık işe yaramayan yöntemlerle bu işlerin yürümediğinin, sonuç alınmadığının farkındaydım. Şirketlerin, herhangi bir abartma, müşteriyi veya müşteri adayını yanlış yönlendirme olmadan satış ve pazarlama yapabileceklerini anlatmaya ve uygulamaya başladım.
Şirket sahipleri ve yöneticiler karşıma geldiğinde onlara kendi özlerine dönmelerini önererek, önemli bazı sorular soruyorum. Bu derin soruların yanıtlarının, şirketin pazarlama ve iş strateji planlarının temelini oluşturduğuna inanıyorum. Öyle bir dönemdeyiz ki, sosyal medya sayesinde, herkes birbirini takip edebiliyor. Şirketler ve markalar kendi çevrelerini yaratıyorlar. Herkes saydamlık bekliyor. Tüketiciler, şirketin genel bilgileri dışında, orada çalışanların ve yöneticilerin insan taraflarını görmek istiyor. Tüketiciler, kar amacı gütmek dışında, şirketlerin başka neler yaptıklarına ve sosyal bilinçleri olup olmadığına dikkat ediyor. Yani, her şeyin başında, gerçek olmak ve insan olmak geliyor. Eğer kendinizi, olduğunuzdan farklı göstermeye çalışıyorsanız, zaten herkes bunu anlıyor.
Pazarlama ve iş stratejisi planlarını, tamamıyla bu açıdan ele alıp yapıyorum. Bunun dışında endüstri çağından bugünün paylaşımcı sürecine geçmek isteyen şirketlere yardım ediyorum.
Bu süreci birlikte tanımlıyoruz. Benzer değişimleri yapan şirketlerin nasıl daha başarılı olduğunu ve daha çok kar yaptıklarını gösteriyorum. Bu gerçekten harika bir değişim. Tek tek de olsa, büyük veya küçük birçok şirket sahibi ve yöneticisi bu yeniliklere ilgi gösteriyor. Çok heyecan verici. Bazı şirketlerin çalışanlarına insanlık dışı davranışlarına üzülüp sıkılmayı bırakıp, değişimin bir parçası olduğumdan beri çok mutluyum. İnandığım değerleri yaşarken, bir taraftan da başkalarına yardımcı olabilmek çok tatmin edici cidden. Bunları, Türkiye’ye geldiğimde konuşmalarımda ve seminerlerimde anlatmayı arzu ediyorum. İkinci kitabım, bu konularla ilgili olacak.
Biraz da okul yıllarına gidelim. Üsküdar Amerikan Lisesi size en çok ne kazandırdı?
Üsküdar Amerikan, öncelikle, hür düşünmeyi, sorgulamayı ve dostluğu kazandırdı bana. Çok güzel ve önyargısız bir ortamda büyüdük. Şahane arkadaşlar edindim. En yakın arkadaşlarım 37 senedir hayatımda. Dünyanın neresinde olursak olalım, dostluklarımız bozulmadı. Hiç bencil olmadık. Her türlü müzik, spor ve etkinliği, yani okuldaki faaliyetleri; o günün Türkiye’sine göre çok şanslı olarak yaşadık ve keyfine vardık. Çok şanslı olduğumuzu, büyüdükçe daha çok anladık.