MÜJDE TEKİL UAA’60
Kelle avcılarına dikkat
BORNEO - MAHAKAM NEHRİ VE DAYAK KABİLELERİ
Bölgede etnik çatışmalar çok yakın zamana kadar sürdü. 1996, 1999 ve 2001 yıllarında binlerce Maduralı’ya, Dayaklar tarafından satırlarla saldırılmış, binlerce kişi ölmüş ya da yaralanmıştı. Hollanda kriminoloji profesörünün eşi de, 80’li yılların ortasında, otelin hemen önünden kaçırılmış, kendisinden bir daha haber alınamamıştı. Profesörün, tanrılara kurban edildiği tahmin ediliyor.
Üsküdar AKL’de okuduğum sürede –ki bu 1960’tan önceki bir dönem ve o tarihlerde Türkiye’de renkli gazete ve dergi dahi çok sınırlıydı– haber alma kanalı sadece radyoydu. İşte böyle bir dönemde sevgili sanat tarihi öğretmenimiz Bn. Ruth West Campbell, gezdiği gördüğü yerleri anlatarak bizlerin dünyasını genişletir, ufkumuzu açardı. Piramitlere tırmandığını söylediğinde, ‘Acaba ben de bir gün bu yerleri görebilecek miyim?’ diye düşünürdüm. İşte bir taraftan sevgili öğretmenimiz Bn. Campbell’in anlatıları, diğer taraftan annemin o devrin imkanları ile dünyanın neredeyse her tarafını gezmesi beni böyle gezgin yaptı herhalde.
Bu sefer hedef Endonezya Takım Adaları... Endonezya, irili ufaklı 17 bin 504 adadan oluşan, 250 milyon nüfuslu bir ülke. Adalardan 922’si meskun değil; yüzde 60’ına isim dahi verilmemiş. Belli başlı adalar Sulawesi, Sumatra, Borneo, Java, Flores, Bali ve Yeni Gine.
İlk hedef Borneo Adası’nın Endonezya’ya ait olan Kalimantan Bölgesi. Borneo, Grönland ve Yeni Gine’den sonra, dünyanın en büyük üçüncü adası. Yüzölçümü neredeyse Türkiye kadar. Borneo halkı her anlamda etnik bir mozaik. Adada 18 milyon insan yaşıyor. Adanın üçte birini oluşturan kuzey doğusu Malezya ve Burunei Sultanlığı’na ait. Adanın geri kalan üçte ikisi Kalimantan adı altında Endonezya Cumhuriyeti’nin.
Amacım Dayak Kabileleri’ni ziyaret etmek. Dayak ismi, Avrupalılar tarafından, Kalimantan Bölgesi’nde yaşayan Malay ırkından olmayan yerli halka verilmiş ortak bir isim. Dayak olarak isimlendirilen yerli halk, dillerine göre yedi ana etnik gruba ayrılmış. Ngajular, Apau Kayanlar, Ibanlar, Kalimantanlar, Murutlar, Punanlar ve Ot Danumlar. Her etnik grup, düzinelerce alt gruba ve yüzlerce alt etnik gruba ayrılmış. Tahminen ayrı ayrı diller konuşan 50 etnik grup var. 170 değişik dil ve diyalekt konuşuluyor.
Tüm Dayak kabilelerini görmem mümkün değil. Hedefim, Mahakam Nehri kıyılarında ve bu nehrin geçtiği yağmur ormanlarında yaşayan ve kabile geleneklerini, dinlerini ve yaşam tarzlarını koruyan kabileleri ziyaret etmek.
İstanbul’dan KUAAa Lumpur’a, oradan Endonezya’nın başşehri Cava Adası’ndan Jakarta’ya, oradan da Borneo Adası’nın güney doğusundaki küçük bir liman kenti olan Balikpapan’a uçuyoruz. İstanbul’dan hareketimden 32 saat sonra yorgunluk ve uykusuzluktan bitap halde kendimi iyi veya kötü, temiz veya pis demeden otelde yatağa bırakıyorum. Ertesi sabah Mahakam Nehri’nin yukarılarına doğru gitmek üzere Loa Janan’a gidip tekneye yerleşiyoruz. Tekne dediysem, Nuh’un Gemisi gibi bir şey. İnşaat artığı kalaslardan yapılmış görüntüsü veriyor. Kamaralar ufacık, yan yan girip çıkıyorum. Duş/tuvalet ikişer adet, dışarıda teknenin arkasında. Kaptan, iki tayfa ve yedi yolcu bunları anonim kullanıyor. İnsan nelere katlanmıyor!
Loa Janan’dan Mahakam Nehri’nin yukarısına doğru hareket ediyoruz. Mahakam Nehri adeta bir bulvar. Nehrin her iki yanında direkler üstüne yapılmış ahşap evler, marketler, camiler, tapınaklar, okullar, dispanserler; kısaca bir yerleşim yerinde ne gerekiyorsa hepsi nehir kıyılarında yer almış. Bir yerleşim yeri bitiyor, bir süre sonra diğeri başlıyor. İnsanlar bir yerden diğer yere –markete, okula vb.– düz altlı, sivri burunlu, arkadan motorlu kayıklarla gidiyorlar.
Her iş nehir suyu ile hallediliyor. Bulaşık, çamaşır, duş, diş fırçalama gibi gündelik işler için evlerin verandasından merdivenle nehre iniliyor. İşte bu merdivenlerde kimisi çamaşır yıkıyor, kimisi bulaşık, kimisi aşağıya inmiş, dişini fırçalıyor veya tıraş oluyor, peştamala sarınmış yıkanıyor. Yan yana, özeli olmayan, son derece samimi bir yaşam. Fiziki şartlar bunu gerektiriyor.
Nehir kenarında, direkler üstüne inşa edilmiş ahşap evlerin verandalarında veya nehre inen merdivenlerde ayağından iple bağlanmış pelikan kuşları gözümüze çarpıyor. Biz nasıl kedi, köpek besliyorsak onlar da pelikan besliyor diye düşünüyorum. Fakat durum farklı. Bunlar pelikan kuşlarını balık avlamak için kullanıyorlar. Pelikan kaçmasın diye hem ayağından bağlı hem de tuttuğu balıkları yutmasın, torbasında biriktirsin diye gagasının belli bir bölümünden bağlı. İnsan bakımından akıllıca bir çözüm. Akşam eve gelince taze hazır balıklar, pelikan bakımından ise acımasız bir durum.
Yerleşim yerleri dışında nehrin kıyıları yer yer bataklık, sazlık ancak yoğunlukla yağmur ormanları ile kaplı. Mahakam Nehri kıyıları flora ve fauna bakımından çok zengin. Nehirde yaşayan Orcaella Brevirostris cinsi tatlı su yunus balığı koruma altında. Kıyıları çevreleyen yağmur ormanları envai çeşit orkide ile dolu. Özellikle siyah orkide. Halkın ana geçim kaynağı balıkçılık ve orman ürünleri.
Ertesi sabah nehir kıyısında her şeyiyle, sokakları dahi ahşaptan inşa edilmiş Muara Muntai’ye varıyoruz. Çok şirin bir kasaba. Muara Muntai halkı aslen Kutai ve Bugis kabilelerinden. Müslümanlığı kabul etmişler ama animist adetlerini de sürdürüyorlar. Muara Muntai halkı çok sıcakkanlı, güler yüzlü, evleri ile gurur duyuyorlar, yolda yürürken evlerini görelim diye içeri davet ediyorlar. Girdiğimiz tüm evler tertemiz, intizamlı. Yayık burunları, kalın dudakları ve badem gözleri ile fizyonomileri dışında kadınlar, erkekler ve gençler Endonezya’da herhangi bir şehirde görebileceğimiz giyim tarzı ve davranışta.
Muara Muntai’de tekneyi bırakıp Dayaklar’ın Kutai Kabilesi’nin yaşadığı Mancong Köyü’ne gitmek üzere kayıklara biniyoruz. Jempang Gölü’nü geçmemiz gerekiyor. İki kişilik, zeminine iki büklüm oturulabilen arkadan motorlu kanolarla gölde yola çıkıyoruz. Yolda şiddetli bir yağmura tutuluyoruz. Yağmur gökten adeta perde gibi iniyor. Bir taraftan yağmur, diğer taraftan hızla giden motorun sıçrattığı suyla, sırılsıklam oluyoruz. Allahtan hava sıcak da, sıcak sıcak esen rüzgar üşümemizi nispeten azaltıyor. Bu ıslaklıkla başka yerde insan mutlaka zatürre olur. İki saati aşan bir yolculuktan sonra öğle üzeri Mancong Köyü’ne varıyoruz. Köye yaklaşırken kıyılardaki evlerden, verandalardan insanlar bize hiç de misafirperver bakmıyorlar. Pek de isteniyor gibi bir durumumuz yok. Yanımızda hediyelerimiz var –boya kalemi, kurşun kalem, boyama kitapları, bisküviler vs.– ziyaretlerimizde elimiz boş olmayacak.
Devamı Buluşma’nın bir sonraki sayısında: ‘Uzun Ev’de Gecelemek