HABERLER » Röportajlar » Oyunculuk Feci Bir Meslek | ALUMNI UAA - Üsküdar Amerikan Lisesi'nden Yetişenler Derneği

CANAN ERGÜDER (UAA’94)    

Ergüder ile başta oyunculuk olmak üzere derin mevzulara daldık. 14 yıl süren ABD macerasını, uzun garsonluk yıllarını, Üsküdar Amerikan’daki ‘çılgın’ arkadaşlarını, hayatında farklı bir yeri olan öğretmenini, tiyatro okulunu, tesadüf eseri Türkiye’ye dönüşünü, Behzat Ç.’yi, Haluk Bilginer’i, Kasım’da gösterime giren filmde Russell Crowe ile oynadığı sahneyi, kısaca çok fazla şeyi konuştuk.Canan Ergüder ile Galata’da, son derece keyifli bir kafede, uzun bir görüşme yaptık. Soruyoruz...

Okula ilk geldiğiniz günü sorsak. Kampüs, bahçe, eski binalar, yabancı öğretmenler, değişik arkadaşlar... Bütün bunlar sizi etkilemiş miydi?

Eyvah, yanlış kişiyle görüşmeye gelmişsiniz. (Gülerek) ÜAA anılarım pek hoş değil benim. Ben okulumu pek sevmezdim.

Niye?

Ekspresif bir insandım ve okulda insanı kısıtlayan bir ortam vardı. Arkaya dönüp baktığımda hâlâ okulumu çok iyi hatırlamıyorum. Bana herkes, ‘ileride böyle demeyeceksin,’ ukalalığı yaptı. Ama benim duygularım hiç değişmedi. Tabii ki, bu arada çok değerli hocalarım oldu ve en iyi arkadaşlarım da ÜAA’dan.

Geçen yıl konuk olarak okulda yaptığım konuşmada da söyledim. Okulu çok sevmedim. Ama şimdi kendisiyle daha barışık durumdayım. Bu konuşmayı yapmam, benim için bir dönüm noktası oldu. Bir de, okul çok daha sevecen olmuş. Bizim zamanımızda sevecen bir hali yoktu.

Bu arada şunu da söyleyeyim: Şu anki müdür Eric Trujillo çok dinamik, genç ruhlu ve saygın bir adam.

Beni okuldan soğutan birkaç hoca vardı, adlarını söylemeyeyim. Bunlardan biri tarih hocasıydı. Tarihten kalma ihtimaliniz var. İmtihana çalışıyorsunuz. Ciddi bir travma. Ben kustuğumu hatırlıyorum sınava gireceğim sabah.

Çok sevdiğim hocalar da var demiştiniz...

Evet. Hayatımı değiştiren hocalarımız da oldu. Bunun en önemlisi Noel Debbage idi. Matematik hocamızdı. Din ile ilgili bir nedenle –tam olarak ne olduğunu bilmiyorum– ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştı. Benim zor bir dönemden geçtiğimi görüp, bana, ‘okul sonrasında lütfen kalır mısın?’ dedi, benimle konuşup, oturup dinledi. Okulun en çok sevilen hocalarından biriydi ve gidince arkasından bütün okul ağladı. Benim rüyalarıma girmiştir. Çünkü adam, benim bir çocuk olarak, zor bir dönemden geçtiğimi görerek, ‘lütfen kalır mısın okuldan sonra?’ diyor. ‘Seninle konuşmak isterim ama önce evine nasıl gideceksin, onun yolunu bulalım,’ diyor. Ben, ‘sorun değil, vapurla geçerim,’ demiştim. Her şeyimi ona anlatmıştım ve onunla birlikte kalıp ağlamıştım. Annemle çok zor zamanlar geçiriyordum, okulda beni kimse sevmiyordu. Matematikte iyi değildim. Eve gelişte bağırış çağırış gibi özel sorunlarım vardı. Hepsini anlatmıştım. ‘Bundan sonra ben de sana yardımcı olacağım, ne sorunun varsa, neyi anlamıyorsan bana gelebilirsin,’ demişti. Mektuplaşarak onu hep hayatımda tutmaya çalıştım.

Hâlâ mı?

Hâlâ değil. Ama istersem ulaşabilirim. 

Okuldaki sıkıntılı günlerinize rağmen tiyatroyla burada mı başladınız peki?

Tiyatronun hayatıma girmesinin nedeni Üsküdar’dır. ÜAA’da hayatımı değiştirmiş insanlar var,  demiştim. Bunların ikincisi ise Jeffery Donaldson’dur. O da okuldan mutsuz olarak ayrıldı. İngilizce öğretmeniydi fakat drama kulübünün başındaydı. 1991-1992 yılları... Okulda Man of La Mancha müzikalini yapıyordu. Ben de seçmelere katıldım. Şarkı söylemem gerekecekti ve burada ilk defa şarkı söyleyebileceğimi gördüm. ‘Ben tiyatrocu olacağım,’ dedim.

Bu arada dans da vardı hayatımda. Aslında, ilk önce balerin olmak istiyordum. 14 yaşındayken balerin vücuduna sahip olmadığıma kanaat  getirdim ve vazgeçtim.

Genelde, bir şeylere karar verene kadar sancılı bir süreç geçiririm, ama sonrasında netimdir. Bale de yaşadığım netliklerden bir tanesi. Başka türlüsü kendini aldatmak oluyor. Prima balerine bakıyordum. Kendimi onun gibi göremiyordum.

Sonuç olarak üniversite tercihiniz tiyatro oldu...

‘Ben tiyatro okuyacağım’ diye lisede kararımı vermiştim. Kendimi asla 9-5 arası çalışan biri olarak görmedim. Yapamazdım. Yapamadım da. Yaptığım şeyleri iyi yapmayı seven biriyim. Ama corporate bir dünyaya girmek benim işim değil. 

En iyi arkadaşlarınızın Üsküdar Amerikanlı olduğunu söylemiştiniz.

Evet hepsi ÜAA mezunu. Benim arkadaşlarım çok acayip kadınlar. Mesela Özge Kocabayoğlu bizim sınıftan. Oşinografi okudu. Ve şu an bir Yogi. Arkadaşlarımın hepsi daha alternatif kadınlar. Onlarla gurur duyuyorum. ‘Evleneyim, çocuk sahibi olayım’ takıntısı olmayan bir grubuz. Bazılarımızın çocukları var, bazılarımızın yok. Arkadaşlarımın çocuklarını yetiştirme tarzları da çok muhteşem. Örneğin, Ebru Ünal. Hayatımda tanıdığım en cesur kadınlardan bir tanesi. O okuduğu işi yapıyor. Enerji avukatı. Elif Ayan... Benimle aynı sektörde. 35’inden sonra hayatında büyük bir değişiklik yaparak, yönetmenlik okumak üzere Columbia Üniversitesi’ne gitti. Şu anda çok başarılı bir şekilde master yapıyor. Biz, büyük kararlar verebilen ve birbirimize çok sadık olan bir ekibiz.

Üniversite seçiminizi nasıl yaptınız?

Birkaç üniversiteye başvurdum. Ailem daha küçük bir üniversitede okumamı, aksi halde büyük bir üniversitede dağılacağımı, kaybolacağımı düşünüyordu. Bence, bu doğru bir karardı. ABD’deyken kendimi buldum. Franklin&Marshall College’a girdim. ‘Üsküdar Amerikan’ın biraz daha büyük formatına gittim,’ diyebilirim. Türkiye’de kalmış olsaydım, daha geride kalmış olabilirdim. Çünkü burada, insana, ‘git kendi ayaklarının üstünde dur,’ diyen bir kültüre sahip değiliz.

Amerika’ya hemen adapte olabildiniz mi?

Birinci sömestrede zorlandım. Birçok yabancı öğrencinin yaptığı hatayı ben de yaptım. Benim gibi dışardan gelen öğrencilerle takıldım. Ben ABD’ye isteyerek gittim, ama birdenbire Türkiye’deki yaşamımı özler buldum kendimi. Gün sayıyordum resmen. Amerikalılara da, şöyle böyle diye ukalalıklar ediyordum. Klasik inter öğrenci psikolojisi... 

Bir Amerikalı öğrencinin söyledikleri yüzüme bir tokat gibi çarpmıştı. Ben onlara, ‘Siz Amerikalılar, şöylesiniz, böylesiniz,’ diyorum. Bunları söylediğim öğrenci, bunun üzerine, gayet natürel bir tarzda, ‘Niye, bu kadar sevmediğin bir yerde takılıyorsun ki, neden ailene bu kadar para harcatıyorsun?’ dedi. Bu söz üzerine birdenbire gün saymayı filan bıraktım. Kendimi tiyatro etkinliklerine attım.

Ama şimdi Türkiye’desiniz.

Evet. Hiç de niyetim yoktu dönmeye. 14 yıldır Amerika’daydım.  Asla dönmem, asla yapmam, asla, asla, asla dediğim, neredeyse her şeyi yaptım... 

Nasıl bir dönüş oldu peki?

İş için. New York’ta, Actor Studio’da, üç sene master yaptım. Sonra uzunca bir süre garsonluk yaptım. New York’ta oyuncu olmak istiyorsanız, garsonluk yapmak zorundasınız. Çünkü yerinizi alacak hemen biri bulunabiliyor, mesainizi başka bir insana anında paslayabiliyorsunuz.

Yanlış anlaşılmasın. Garsonluğu hafife almıyorum kesinlikle ve çok zevkle yaptığım bir işti. Yemek yapmayı da bu sayede öğrendim ve şimdi çok seviyorum. Ama 32 yaşımdaydım ve o an kendime sordum. Ben ileride restoran mı açacağım, yoksa oyuncu mu olacağım? New York’ta işi bıraktım ve ‘sadece, sadece ve sadece oyunculuğa odaklanmam gerekiyor,’ diye karar aldım.

Türkiye’ye dönüşünüz nasıl oldu?

Ablam reklam sektöründe. Şans eseri ablama CV’mi ve fotoğrafımı bırakmıştım. Ablam, onu, yönetmen Ömer Faruk Sorak’a göndermiş. O da bir ajansa paslamış. O ajans beni aradı. ‘Ben ancak bir yıl sonra gelebilirim,’ dedim. Sonra iş uzadı. Ablama CV’mi verdikten sonra üç sene geçti. New York’ta altı ay işsiz kaldım, oyunculuğa odaklanmıştım. 

Türkiye’ye bir daha gittiğimde, bu kez önceden haber verdim. 2007’nin Mayıs ayında geldim, TCM şirketiyle tanıştım. TCM, Bıçak Sırtı dizisinin yapım şirketiydi. Sonra ABD’ye döndüm. Bana düşündükleri projenin olmayacağını söylediler. ‘Tamam,’ dedim. Hayatının hikayesi reddedilmek. Bu meslek böyle. Bir yerde, bir başarı gösterene kadar reddediliyorsunuz. Çok onur kırıcı, ruh kırıcı bir meslek bizimkisi. İnsanı çok depresyona sokuyor. ‘Sağ gözün yeterince yeşil değil,’ diye eleştirildiğin bile oluyor. Biraz abartıyorum ama böyle. Feci bir meslek oyunculuk. İçinde seni sürükleyen bir ‘drive’ın yoksa, yapmaman gereken bir şey.

‘Drive’ var mıdır sizde?

Tabii. Olmaz olur mu? Ama her seferinde aşağı çekiliyorsunuz. Oradan bir şekilde çıkmanız gerekiyor. Yoksa yandınız. O yüzden mesleği bırakan çok sayıda insan var.

Sonra, 2007 Temmuz’unda, ‘proje olmayacak,’ dediler. ‘Tamam, önüme bakarım,’ dedim. Ağustos’un sonuna doğru bir gün kalktım. Depresyonum had safhada. E-postamı açtım. ‘Canan, rol için sen onaylandın. Türkiye’ye geliyorsun,’ mesajıyla karşı karşıya geldim.

‘Bir dakika, daha para konuşmadık. Hiçbir şey konuşmadık. Nasıl ben geliyorum? Ve beş gün içerisinde niye gitmem gerekiyor?’ diyebildim. 

Tanınmanız Bıçak Sırtı ile mi oldu?

Sadece tanınmakla ilgili değil. Kaliteli bir projeydi. Televizyon için yapılmış, ender kaliteli işlerden biriydi. Ve birlikte oynadığım oyuncular, çok çok iyi oyunculardı. 

Bıçak Sırtı 30 bölümde bitti, 30 bölümde bittikten sonra aradan iki hafta geçti ve bana Binbir Gece dizisinin üçüncü sezonunda, ‘ortalığı karıştıran kadın’ rolünü teklif ettiler. Halihazırda yürüyen bir işti. Üçüncü sezonuydu. Kaldırılma ihtimali yoktu. Kabul ettim.

Binbir Gece başladı. Bir sene daha oynandı. Türkiye’de yaptığım işler arasında, tabii ki benim popülerlik kazanmamı sağlayan bir işti. Fakat oynamakta en çok zevk aldığım dizi değildi. 

Binbir Gece’den sonra ne yaptınız?

O senenin hayatımda başka bir önemi var. Berkun Oya ile tanıştım. Türkiye’nin en iyi yazarlarından biri. Onun Bayrak oyununda tiyatroya döndüm. İkimiz de o sene Afife Jale Ödülü aldık. Ben o oyunda dört sene oynadım. Muhteşem bir denemeydi Bayrak. ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ seçildim. Sene 2009. Ondan sonra bir buçuk yıl bekledim. Çünkü gelen tekliflerin hepsi kötü kadın rolüydü. Türkiye’de böyle şeyler insanın üzerine yapışıyor. Hiçbirini kabul etmedim.

Behzat Ç. dizisi nasıl oldu?

Senaryoyu okuyunca, ‘ben burada oynamak istiyorum,’ dedim. Oysa, okuduğum senaryoda, karakterim bile yoktu. Toplantıya gittiğimde, bana çok açık sözlü davrandılar. ‘Biz de karakterin ne olacağını bilmiyoruz, savcı ne olacak? Esra karakterini ne kadar kullanacağız, ne kadar kullanmayacağız, bu biraz da sana bağlı,’ dediler. Ben o toplantıya, kendimden o kadar emin girmişim ki şöyle bir cümle zikredebildim: ‘Siz hiç merak etmeyin, bir süre sonra beni her bölümde yazacaksınız,’ dedim. Ve öyle de oldu. Bütün bölümlerde vardım. Çok severek oynadım. Ekip de muhteşemdi. En sevdiğim proje Behzat Ç. oldu.

Peki, Savcı Esra karakteri nasıl ortadan kalktı?

Şöyle oldu. Atlılar adında bir proje için, aynı yapım şirketi, beni oynatmak istedi. Sonuçta, savcı karakterini öldürmeye karar verdik. Bu proje için Bulgaristan’a set kuruldu. Aylarca orada kaldım, ata binmeyi öğrendim ve hâlâ atlar hayatımdadır. Ama Atlılar projesi başlamadan bitti.

Savcı Esra karakteri aslında çok ses getirmişti. Sizde nasıl bir etki yarattı?

Savcı Esra’da, Türkiye’yi daha yakından tanımış oldum. Bakırköy Adliyesi’nde staj yaptım ve adli dünyanın nasıl işlediğini gördüm. Bu rol için Metin Feyzioğlu bana ders bile verdi. Hızlandırılmış Türk hukuku dersi aldım. Metin Bey sonra Twitter’dan bana mesaj attı. ‘Çok iyi iş çıkardın,’ dedi. Türkiye’de savcılık, hele kadın savcılık çok zor bir iş. Düşünün, staj için gittiğim Bakırköy’de 105 tane savcı vardı ve bunlardan sadece birisi kadındı.

Atlılar projesi olmayınca ne yaptınız?

Bir gün Haluk Bilginer aradı. Bana bir oyun teklif etti ve bir sene boyunca Nehir oyununu oynadık. Televizyonda ise şöyle bir gelişme oldu. Ben, Behzat Ç.’den sonra iki buçuk sene çalışmamıştım. Savcı’dan sonra, çok iyi bir karaktere evet demek istiyordum. Ama, Güllerin Savaşı, asla evet diyebileceğim bir iş gibi gelmiyordu. Çok uzun bir süre, bu işe hayır dedim.

Fakat sonra anladım ki, ben bu işe ‘evet’ demeliyim. Çünkü dönüp dolaşıp iş bana teklif ediliyordu. Bir şekilde hayatımdan çıkmadı. Ama iyi ki de çıkmamış ve iyi ki de evet demişim. Şimdi başka bir algıyla oynuyorum. İtici bir karakteri bile sevdirebilmek hayli zor bir şey...

Son olarak Water Diviner filminde Russell Crowe ile oynadığınız sahneyi anlatmanızı isteyeceğiz. Kısa bir rol deseniz de fragmanda bile kullanılmış. Kasım’da gösterime girecek sanıyoruz?

Açıkçası, benim için bu senenin en yüksek noktası Russell Crowe ile çalıştığım sahne. Kendisiyle, 30 saniyelik, minicik, mini minnacık bir rolüm vardı. Ben şuna inanıyorum: Bir şeyi isterseniz olur. Ama bazı şeyleri, temiz duygularla istemek gerekiyor. Benim bir de şöyle bir özelliğim var: İkinci sınıfa kadar ABD’de okuduğum için İngilizcemde aksan yoktur. Trabzon’da turnedeyken beş günlüğüne Amerika’ya gittim. Tiyatrodan bana o kadar zaman verebilmişlerdi. Amerika’ya gittiğimizin ilk günü bana audition geldi. Amerika’da iPad’le çekip yolladım. ‘Artık bu rol için, -ki rol bir Kızıl Haç hemşiresi, Türk istemiyorum,’ dendiği bir noktada audition’larda araya sıkıştırılmışım. Beni bir Türk olarak izlemediler yani. Crowe, ‘Bu kızı istiyorum,’ demiş. Ve aksan yüzünden kaptım o rolü. Burada ne kadar küçük de olsa, işlerin ne kadar profesyonel yürüdüğünü gördüm, kamera ve ışık bilgim inanılmaz arttı.

Genç mezunlara söylemek istediğiniz son bir şeyler var mı?

Hayatta ne yapmak istiyorsanız onu yapın, ama bir iş etiği sahibi olun ve her şeyi kendinize saygı duyarak yapın.

 

FİLMOGRAFİ

• Güllerin Savaşı - TV Dizisi - (2014) - Gülfem

• Nehir – Tiyatro Oyunu - (2013) - Afife Jale Ödülü, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

• Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm - Sinema Filmi - (2011) - Esra

• Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi - TV Dizisi - (2010-2012) - Esra

• Binbir Gece - TV Dizisi - (2007) - Eda

• Bıçak Sırtı - TV Dizisi - (2007) - Serra

https://www.ualyetder.org/tr/oyunculuk-feci-bir-meslek