HABERLER » Röportajlar » Osmanlı Kadını Kimdir? | ALUMNI UAA - Üsküdar Amerikan Lisesi'nden Yetişenler Derneği

DOÇ. DR. DUYGU KALAOĞLU KÖKSAL (UAA’82)

Köksal, Yunan doktora öğrencisi Anastassia Falierou ile hazırladığı, değişik yazarlara ait makalelerden oluşan derleme kitabında, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Osmanlı’da kadının durumunu mercek altına alıyor.
 
Atatürk Enstitüsü, Boğaziçi Üniversitesi’nde, modern Türkiye tarihi üzerine araştırmaların yapıldığı bir bölüm. Sadece lisansüstü ve doktora öğrencilerine yönelik programları var.

Duygu Kalağoğlu Köksal, 1996 yılından bu yana çalışmalarını bu enstitüde sürdürüyor. Kendisiyle üniversitedeki odasında görüşüyoruz. Konu, geçtiğimiz Kasım ayında yayınlanmış olan A Social History of Late Ottoman Women kitabı.

Kalağoğlu, akademik kariyerine tarihçi olarak başlamamış. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun. Arkasından siyaset bilimi okumuş. Daha sonra ABD’ye giderek Teksas Austin’de (The University of Texas at Austin) doktora çalışmalarına devam etmiş. Doktora konusunu, milliyetçilik ve edebiyat olarak seçmiş.

Atatürk Enstitüsü’ndeki çalışmalarının ağırlığını yakın tarih oluşturmuş. Kadın çalışmalarıyla da yakından ilgilenmeye başlamış.

Derken, bu çalışmalar meyvelerini vermeye başlamış. 2006 yılında, Enstitü’nün aracılığıyla “Osmanlı’da Kadın” konulu bir konferans düzenlenmiş. Konferanstan sonra sıra kitaba gelmiş. Sözü, süreci anlatması için Duygu Kalağoğlu’na veriyoruz: “Konusu kadınlar ve kamusal alan olan, uluslararası bir konferans düzenledik. Bu kitap fikri de o konferansta çıktı. Kitapla uğraşmaya 2007 yılında başladık. Piyasaya çıkması altı yıl sürdü.”

Kitap değişik yazarlara ait derlemelerden oluşuyor. Editörlüğü, Duygu Kalağoğlu Köksal ile Yunan doktora öğrencisi olan Anastassia Falierou tarafından yapılmış. Falierou, Paris’te Sorbonne’dan doktorasını yeni almış. Şu anda Atina Üniversitesi’nde çalışıyor. Konferansın ve kitabın amacını, ‘19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Osmanlı coğrafyasındaki kadınlara bakmak’ şeklinde özetlemek mümkün. 

Araştırılan konularından biri, kamusal alana çıkma… Duygu Kalağoğlu, “Kamusal alan, bildiğimiz anlamda, evin dışı, sokak, okul gibi alanlar olduğu kadar, pek ihtimal vermediğimiz başka alanlar da olabilir,” diyor. Peki, başka alanlardan kasıt ne? Kalağoğlu, cevap veriyor: “Kadınlar, örneğin, evlerinden yazı yazmaya, dergilere yazı ve mektup göndermeye başlıyorlar. Kitaplar çıkartıyorlar. Avrupa’ya seyahate gitmeye başlıyorlar. Orada gördüklerini anlatıyorlar. Böylelikle özel alanın içinde kalsalar da, bir bakıma, kamusal alana dahil oluyorlar.

KAMUSAL ALANA GAYRİMÜSLİM KADINLAR DAHA ERKEN GİRİYORLAR

İmparatorlukta kız okullarının açılması konusunda, gayrimüslim cemaatler Müslümanlara göre daha hızlı davranıyorlar. 1830’lardan itibaren gayrimüslim kadınlara yönelik dergiler çıkıyor. Müslüman kadın dergileri için ise bir 30 yıl daha beklemek gerekiyor. Yine bu dönemde bütün cemaatlerde okullaşma yavaş yavaş artıyor.

Bu arada, işçi olarak çalışmaya başlayan kadınlar da var. Burada, yine gayrimüslim kadınlar ön planda. Özellikle Selanik, işçi olarak çalışan kadınlar için ilginç bir örnek oluşturuyor. Bu kentte tütün toplamada ve sarma atölyelerinde çalışan pek çok Müslüman, Hıristiyan ve Musevi kadın bulunuyor.

19. yüzyıldan itibaren kadınlar, modayla ve tüketimle de kamusal alana çıkıyor. Kalağoğlu, “Bu dönemde, dergilerde, kadına yönelik reklamlar yapılmaya başlanıyor, kadına yönelik tüketimin ortaya çıktığını görüyoruz,” diyor. Kamusal alana çıkma yollarından biri de, kadınların yanlarında bir erkekle ya da yaşça daha büyük kadınlarla evden dışarı çıkıp alışveriş etmeye başlamaları...

TİYATROCU KADINLARA HOŞGÖRÜ

Kitapta, Ermeni kadın tiyatro oyuncuları hakkında bir yazı var. Tiyatro oyunculuğu, Ermeni kadınlar için en önemli kariyerlerden biri haline gelmiş. Ermeni cemaati, diğer alanlarda daha tutucu olmasına karşın, tiyatroda kadınların çalışmasına izin veriyor. Çünkü bu durumu, içinde yer aldıkları cemaatin diğer cemaatlerden ileri olduğunun bir kanıtı olarak algılıyorlar.

Peki, acaba Osmanlı kadınının Avrupa ile ilişkileri nasıl?

Söz yine Duygu Kalağoğlu’nda: “Osmanlı coğrafyasında, kız okullarının açılması, dergilerin çıkması, Avrupa ile hemen hemen aynı döneme denk geliyor. Çok enteresan bir şekilde, kadın hareketi de paralel gidiyor. Yapılan araştırmalara dayanarak, bugün artık bir Osmanlı kadın hareketinden bahsedebiliyoruz.”

AVRUPALILARLA YAKIN TEMAS İÇİNDELER

Osmanlı’daki kadın hareketi, Avrupa’da çok ses getiriyor. Kalağoğlu’nun verdiği bilgiye göre, özellikle İngiltere’deki ‘suffragettes’ (kadınlara oy hakkı verilmesini savunanlar) hareketi, Osmanlı kadınlarına örnek oluyor. Osmanlı kadını, onlarla sürekli irtibat içerisinde kalıyor. Birbirleriyle yazışıyorlar. Avrupa’daki bazı kongrelere katılıyorlar ve çok etkileniyorlar. Halide Edip de onlarla yakın ilişkide olan yazarlardan biri.

1930’lara kadar, Avrupa’daki kadın hareketiyle Osmanlı’daki kadın hareketi arasında paralellik var. ABD’de kadınların oy hakkını kazanması 1920. Bizde ise 1934. Bütün Batı dünyasında aslında hemen hemen paralel gelişmeler olmuş.

Gelelim ilginç örneklere… Duygu Kalağoğlu, Mihri Müşfik adında bir kadın ressamdan bahsederek, “Bir arkadaşımız onun yaşamını inceledi,” diyor. Müşfik, Akademi’nin önde gelen hocalarından… Son derece avangard. Kadın öğrencilerin nü modellerle çalışmasını türlü zorluklarla mücadele ederek sağlıyor. Ama yaptıkları, o dönemin toplumu tarafından kabul görmüyor. Mihri Müşfik, yoksulluk içinde ölüyor.

Müşfik’in önemi, Osmanlı kadınını tablolarında oldukça liberal olarak görüntüleyen ilk ressamlardan biri olmasında. Osmanlı kadını, o güne kadar hep oryantalist bir biçimde resmedilmiş. Hamamda ya da haremde… Müşfik ise, doğrudan izleyiciye bakan, gözleriyle temas kuran, güvenli, yeni kadını resmediyor.

Kitapta Mısırlı kadınların özgürleşme hareketini inceleyen diğer bir yazıda, Mısırlı kadınların da kendilerine örnek olarak İstanbul kadınını aldıklarını ve kadın hareketinde onları 10-20 yıl geriden izlediklerini görüyoruz. Keza, Çerkez kadın hareketinin önemli isimlerinden biri de İstanbul’da bulunuyor.

Duygu Kalağoğlu Köksal, son derece ilginç bir gözlemle, kolonyalizm sürecinde Osmanlı kadınının nasıl bir değişikliğe uğradığını anlatıyor. Sözü yine kendisine veriyoruz: “Ortadoğu kadınının biraz daha farklı bir hikâyesi var. Orada, sömürge deneyimi ve emperyalist işgal, üst üste geliyor. İstanbul’da kadınlar, yüzyıl başından itibaren, yavaş yavaş örtünmekten vazgeçerlerken, Ortadoğu ülkelerindeki kadınlar, daha geç bir tarihte, sömürgeci rejime karşı bir tavır olarak yeniden örtünmeye başlıyorlar. Örtünmek, sömürgecilik karşıtı bir duruş olarak ortaya çıkıyor. Burada, sömürgeciliğin, kadın hareketini hem radikalleştirdiğini hem de muhafazakârlaştırdığını görüyoruz.”

19. yüzyılın başında kadın yazarların sayısı artıyor. Bunlardan biri, Türkiye’nin ilk kadın romancısı olan Fatma Aliye Hanım. Bir diğeri, Ahmet Mithat Efendi ile de ilişkisi olan Şair Nigar Hanım. Hem Ahmet Mithat Efendi hem Şair Nigar Hanım evli olmalarına rağmen mektuplaşıyorlar.

Bu arada, başka bir gelişmeler de yaşanıyor. İşgal dönemindeki İstanbul’da fuhuş artıyor. Bu dönem savaş, göçler ve yoksulluk nedeniyle bir ahlaki bozulma, dekadans dönemi olarak algılanıyor. Kitaptaki bir yazı, 1920’lerde İstanbul’daki müstehcen edebiyatı ele alıyor. Bu hikâyeler Cumhuriyet ile birlikte tarihe karışıyor.

İmparatorluğun son döneminde başka bir tema daha öne çıkıyor: Aydınlanmış, eğitim almış olan kadın... Bütün cemaatlerdeki ortak tema, rasyonel hareket eden ev kadını… Bu rasyonel ev kadını ve anne, hem milliyetçi hareketlerin merkezinde hem de kadın hareketinin. Kadın hareketi her ne kadar çalışan kadını da tartışmaya başlasa, “eğitimli ve aydınlanmış annelik” hep merkezde oluyor.

KADINLAR MİZAH ÖĞESİ

Bu arada, gazetelerde ve dergilerde, kadınları konu alan karikatürler yayınlanmaya başlanıyor. Kalağoğlu Köksal anlatıyor: “Bu karikatürler, çoğunlukla erkeklerin bakış açısından yapılıyor. Bunun nedenini anlamak çok güç değil. En çarpıcı gelişim, değişim ve modernleşme, kadınlar üzerinde ortaya çıkıyor. Kıyafetlerin değişmesi, kadının görünür olması, erkekler tarafından çoğunlukla bir mizah ögesi olarak kullanılıyor. Bu karikatürlerin önemli bir kısmı, kadınların çok fazla güçlendiklerini ve erkeklerin bundan duyduklarını rahatsızlık ve güvensizliği anlatıyor.”

ORYANTALİST Mİ, DOĞULU MU?

Duygu Kalağoğlu Köksal da kitapta, Demetra Vaka adında bir Osmanlı Rum yazar kadını anlatıyor. Vaka, genç bir kız olunca ABD’ye göç ediyor ve yazar oluyor. İngilizce yazıyor. Amerikalılara, Amerikan yazarlarına hep Doğu’yu anlatıyor. Kalağoğlu Köksal, “Onun bir oryantalist yazar olduğunu söyleyebiliriz,” diyor ve devam ediyor: “Ama bir noktadan sonra, kendisinin de Doğulu olduğunu kabul ediyor. A Child of the Orient adlı otobiyografik bir kitabı var ve burada kendisinin de Doğu’nun bir çocuğu olduğunu söylüyor. Bir yandan kendini Rum cemaatine mensup, daha modern ve ileri bir grubun üyesi olarak algılarken, bir yandan da Osmanlı toprağındaki sıcak ilişkiler kuran Müslüman arkadaşlarından bahsediyor. Doğu’ya duyduğu özlemi anlatıyor. Sürekli bir ikilem içerisinde yaşıyor.

Peki dönemin yükselen eğilimi milliyetçilik, bu kadınların yaşamını nasıl etkiliyor? Duygu Kalağoğlu Köksal’ın bu konuda söyledikleri hayli çarpıcı: “Bu kadınların hemen hepsi, etnik kimliklerinden dolayı, bir türlü milliyetçi bakış açısı içinden dünyaya bakıyorlar. Ama aynı zamanda, kendi hayatlarında, yer yer milliyetçiliğe ve onun getirdiği kadın rollerine de karşı durmaları gerekiyor. Böyle bir gerilim içerisindeler. Hem kendi cemaatlerinin milliyetçi bakış açısı içinden geliyorlar hem de milliyetçi hareketlerin kadın hareketlerini bastırdığını görüyorlar. Yer yer ana akım milliyetçi hareketler tarafından saf dışı bırakılıyorlar.

Çünkü bütün cemaatlerde erkeklerin tekelinde bulunan milliyetçi hareket şiddete dayalı ve çatışmaya yakın duruyor. Kadınların çok daha barışçı olduklarını görüyoruz. Yani, kadınların milliyetçi hareketlerle ilişkileri erkeklerinden farklı. Biz bu kitapta biraz da bunu ortaya çıkarmaya çalıştık.”

Kalağoğlu Köksal, araştırmaların, sınıfsal boyutuna da dikkat çekiyor: “Yazıp çizen kadınların daha üst ve üst orta sınıflara ait olduğunu görüyoruz. Osmanlı kadın hareketi ilk başladığında süreci paşaların kızları sahipleniyor.” Kadın çalışmaları söz konusu olduğunda, aristokrasiden çıkıp alt sınıf kadınlara inildiğinde bir belge bulma sorunu ortaya çıkıyor. Çünkü yoksul kesimlerle ilgili veri çok az. Kalağoğlu, “Genellikle, yazan, çizen, eser bırakmış kadınları anlatabiliyoruz,” diyor ve devam ediyor: “Daha yoksul kadınlar için ancak çalıştıkları yerlere ilişkin belgelere, mahkeme kayıtlarına ve yazdırdıkları dilekçelere bakabiliyoruz. Örneğin, kocası asker olan kadınların devlete yazdıkları dilekçeleri görüyoruz. Bu dilekçelerde açlık, evsizlik, maaş bağlanması, göç gibi pek çok konuda devlete yazılar yazmışlar. Bu belgeler dışında bu kadınlara ulaşmanın fazla yolu yok.”

Evet, kitap, tanıttığı kişilerle, tartışmaya açtığı kavramlarla çok önemli bir boşluğu dolduruyor. Kadın hakları mücadelesinin temel taşlarının neler olduğunu gösterirken, Osmanlı coğrafyasındaki değişik cemaatlerin kadınlarının seslerine yer vererek farklı bir bakış açısı ortaya koyuyor.

Kitap şu anda bez ciltli ve İngilizce olarak yayınlanmış durumda. Yakında karton kapaklı ve Türkçe olarak da kitapçılarda bulabileceğiz. 

https://www.ualyetder.org/tr/osmanli-kadini-kimdir