KIZLAR MANASTIRDA KAPALIYIZ
Serpil Ural (UAA’64)
Yatılı okuyan öğrencilerin anıları; çocukça şakalar, ergenlerin otoriteye karşı cesur girişimleri, yasakları delmeler, bugün akla geldikçe hala gülünen cinlikler açısından gündüzlü öğrencilerinkinden çok daha zengindir. Gelin, UAA tarihindeki yatakhane anıları arasında şöyle bir gezinelim:
Her dönem yaşanmış “klasikler” vardır. Yorgan altında cep feneriyle kitap okumalar gibi.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Çam Konak’taki yatakhanelerde kalan öğrenciler, bunun zorunlu karartmalar, daha erken kapatılan ışıklar yüzünden olduğunu söyler, “Etüt süresi yeterli değildi” derler. Sonrakiler ise ders kitapları bir yana, nice romanlar okumuştur aynı yöntemle.
Bir başka “klasik” ise gece yatağından kalkan öğrenciye yapılan şakalardır. Kimi yatakhaneye döndüğünde yatağını sıkıca bağlı bir denk yapılmış olarak bulur, kiminin yorganının altına fındık fıstık serpilmiş, hatta su dökülmüştür. Ya bir gece geç etüde kaldığı için yatmaya herkesten sonra gelen çalışkan öğrencinin yorganı altına koca bir bavul yerleştirerek, “Ah, hiç sorma. Senin yatağı boş buldu. Kirkor girdi yatıyor” diyenlere ne demeli? (Kirkor, o yıllarda okulun teknisyeni olan kişidir).
Yatakhane arkadaşının yorganını yatağına dikmeyi akıl eden ve üşenmeden bunu yapan öğrencinin yaratıcılığı da anılmaya değer.
UAA yatakhanelerinin, özellikle de Barton Hall’daki Yedinci Yatakhane’nin yangın merdivenleri de öğrenciler tarafından çok kullanıldı yıllar boyunca. Geceleri “Kızlar! Manastırda Kapalıyız!” parolasına karşı, “Kapıdan çıkamazsak damdan çıkarız” yanıtı üzerine, birkaç basamakla ulaşılan çatı penceresinden bu merdivenlere süzülüp, dördüncü katın çatısına atlayan gecelikli bir grup, kiremitler üstünde bacalara tutuna tutuna koşarken attıkları kahkahaları hala anımsıyorlar. Ne yazık ki, bu “Görevimiz Tehlike” koşusunun sonu pencereden çatıya uzanan bir fener ışığı ve o fenerin ardında kendilerini bekleyen iki öğretmenin kaçakları tek tek içeri almasıyla gelmiş. Ardından da üçer hafta sonu okulda kalma cezası ve ailelere gönderilen “Kızınız uygunsuz vaziyette yakalandı” yazılı mektuplar.
“Uygunsuz” sözcüğüyle anlatılan “tehlikeli” durumlar bir değil, beş değil cin fikirli yatılı öğrenciler arasında. Cep feneri bile yasakken iki yatak arasına bir sopa koyup içinde mum yanan bir fener asmaya ne demeli? Gece pikniğinde yediklerini görebilsinler, biraz da romantik olsun diye imiş. Bu romantik pikniğin sonu da hafta sonları çıkmama cezası olmuş elbette. Yatakhanede yangın çıkmadığına şükürlerle…
Zavallı yatakhane nöbetçisi öğretmenler ne heyecanlar yaşamış meğer. Dahası odalarının kapısı önüne bahçeden topladığı sümüklüböcekleri yığıp üstlerine su dökerek kabuklarından çıkmalarına yol açan ve böceklerin kapı boyunca yükseklere tırmanarak özel bir dekor yaratmasını sağlayan ya da karşılıklı iki öğretmen odasının kapı kulplarını iplerle birbirine bağlayan öğrenciler gibi daha ne cin fikirlilerin sürprizleriyle karşılaşmışlar kim bilir.
MIss MIlett oruçlulara yiyecek getirirdi
Prof. Dr. Sedefhan Oğuz (UAA’75)
Üsküdar Amerikan (Kız) Lisesi’ne 1967’de ailemin İstanbul dışında yaşaması nedeni ile daimi yatılı olarak başladım ve mezun olduğum 1975’e kadar da sekiz sene daimi yatılı olarak okudum.
Hazırlık’ta yatakhanemiz Bowker Hall’un üst katında idi ve hatırladığım kadarı ile o sene 12 kişiydik. İlk sene biraz zordu, çünkü ailelerimizden uzakta olma, ders çalışma, parayı idare etme, çamaşır yıkama gibi ihtiyaçlarımızı planlamak ve zamanlamayı iyi ayarlayarak gerçekleştirmemiz gerekiyordu.
Hayatın gerçekleri ile karşı karşıya kalmıştık.
Ortaokula geçince artık alışmıştık ve en küçükler biz değildik. Orta 1 yatakhanemiz yine Bowker Hall’un üst katında hazırlık yatakhanesinin yanında idi ve artık ranzada yatıyorduk. Hazırlık ve Orta 1’de iken yatakhane sorumlularımız Hikmet Hn. ve Kerime Kasaba idi. Orta 2 ve 3. sınıfta iken ise Barton Hall’un en üst katındaki yatakhanelerde kalıyorduk ve o zamanki sorumlumuz Sevim Abla idi (Sevim Türkmen). Sevim Abla ile iletişimimiz halen sürüyor.
Liseye geçtiğimiz zaman binamız da değişmişti. Annemin okuduğu yıllarda müdürlük yapan Miss Martin’in adını taşıyan Martin Hall, lise binası idi. Hem sınıflarımız hem de yatakhanelerimiz o binada idi. Yatakhane sorumlularımız ise Miss Milett ve bizim okuldan mezun olup o yıllarda üniversitede okuyan Jale Onur idi.
Yöneticilerle aramızdaki ilişkiler elbette yıllar ilerledikçe farklılaştı, artık son sınıfa geldiğimizde elbette daimi yatılı olmanın da verdiği farklılıkla daha sıcak olmuştu. Bunun en güzel ve hiç unutamayacağım bir örneğini paylaşmak isterim. Okulda Orta 2. sınıftan itibaren oruç tutmak isteyenlere sahur ve iftar servisi yapılırdı. Ben lise son sınıfa geldiğimde yatılılar arasında oruç tutan sadece altı kişi idik ve yemekhane Bowker Hall binasında idi. Gece diğer binaya geçmeyelim, zorluk olmasın diye, Allah rahmet eylesin yatakhane sorumlumuz Miss Milett yatakhanemiz ile aynı katta olan kendi dairesinde Ramazan ayı boyunca her akşam bize sahur sofrası kurmuştu. Okuldan verilen yiyeceklere ilave olarak kendi reçellerinden, kahvesinden vb. bize ikram etmiş, ayrıca her gece dışarı çıkarak bize Bağlarbaşı’ndan sıcak açma, pide, poğaça vb. alarak ikram etmişti.
Farklı dinden olan bu hocamızın yaptığını, bugün daha çok takdir ettiğim bir gerçek.
ÇOK GÜZEL BİR HAYATTI
Cihan Oran Metin (UAA’76)
76 ÜAKL mezunu olarak, 76 yılında sınıfımızdan evlilik yapan ikinci hızlı gençlerdenim. Evli barklı olarak Amerikan Lisan Sanat Dershanesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenlediği İş İdaresi ve Sekreterlik Sertifika programına katıldım ve Sinai Kalkınma Bankası Dış İşlemler bölümünde profesyonel hayatıma 1977 yılında başladım. Ağırlıklı olarak finans ve medya sektörlerinde personel ve idari işler görevleri ile İnsan Kaynakları yöneticiliği yaparak kariyerimi tamamladım. Şu anda, Sosyal Belediyecilik üzerine Kartal Belediyesi’nde Belediye Başkanı’nın sosyal projeleri ve özel konuları ile ilgili asistanlığını yürütmekteyim. İki çocuk (kızım/oğlum) ve bir torun ile hayatımın keyfini yaşamaktayım.
Okulunu en çok seven öğrencilerden biriydim. Babamın görevi nedeni ile ailem Ankara’ya taşınınca, hazırlıktan son sınıfa kadar daimi yatılı olarak devam ettim. Ben hiç zorlanmamış, çok keyif almıştım. Etütler sıkıcı ve uzun gelirdi. Çünkü ben derste ders yapıp ödevlerime çok zaman ayırmadan hızlı tamamlayan, spor aşığı bir öğrenciydim. Avantajlıydık elbette. Anlamadığımız bir konu varsa anlayan birini bulup anlattırır, sınav zamanı ise hep birlikte konuların üzerinden geçerdik. Ödevleri paylaşıp eksiksiz tamamlamış olurduk. Okulda daha çok zaman geçirme şansımız olduğundan, öğretmen ve yöneticilerle ilişkimiz de daha çok olurdu. Ben sosyal ve özgüvenli yapım sayesinde her ortama girerdim. Bazen masum olur bazen de afacan...
Bizim dönemde okulda yaşayan Scott ailesi ile çok yakındım. Evlerine gidip “Hafta sonu kahvaltıya geldim” demişliğim bile vardı. Okul Müdürümüz Ms. Morgan’a “İp atlamak ister misiniz” diye sorarak aramıza alıp ip atlatmışlığımız oldu. Hatta düşüp bacağını bile kırmıştı. O anı unutamam; vicdanım çok sızlamıştı ama kendimi teselli edip “Belki de yolda düşüp kıracaktı” diyerek kadercilik yapmıştım. Kar yağdığında da ranza merdivenleri ile kızak yapıp kayardık. Hafta sonu Sosyal Hizmetler’le; Ömerli Köyü Okulu ve Zeynep Kamil Kimsesizler Yurdu etkinliklerine gidip çocuklara kitap okuyarak ihtiyaç sahibi ailelere eşya götürmekten çok mutlu olurdum.
KAMPÜS YAŞAMI
Çok güzel bir hayattı. Okul senin bahçen oluyordu. Salıncaklar, tenis kortları, voleybol sahası ve gym en çok vakit geçirdiğim yerlerdi. Sabah kahvaltı sonrasında okul günlerinde dersler, hafta sonu ise özgürsün. Okul sonrası, yemek öncesi bir ders etüt vardı. Yemek sonrasında da iki ders etüt olurdu. Diğer saatler serbest. İzinli olduğumuz günlerde okul dışına çıkabilir, yemek saatinde dönmek üzere etüde girmezdik. Bu hakkımız haftada bir gündü. Dışarı çıktığımızda çoğunlukla Bağ Pastanesi bizim lüksümüzdü. Arabalı isek Kanlıca’da yoğurt yemek, Moda’da dondurma yemek veya Çamlıca’da çay içmekti eğlencemiz. Hafta içi izin kullanma hakkı lisede başlardı. Tatillerde evci çıkardık. Ama ben bir yılbaşı tatilimi okulda geçirmiştim ve çok eğlenmiştim. Biraz hüzün, biraz mutluluk yaşamıştım. Ailemden uzak olmam hüzün vermişti fakat Amerikalı tüm öğretmenler beni şımartmıştı. ‘Yalnızım’ diye partilerine davet etmişler, hepsi de sembolik hediyeler vermişlerdi.
ÖĞRENCİLERE ÖNERİLER
Dört çocuklu bir ailede yaşasam bile yatılılık bana paylaşmayı, birlikte yaşamanın güzelliğini öğretti. Arkadaşlık, dostluk kazandırdı. Ebeveynlerinden uzak olduğun için kendi kararlarını kendin verebiliyorsun. Özgüvenin gelişiyor, daha çabuk olgunlaşmanı sağlıyor.
BİR ANI
Yıllar sonra anlatmamda sakınca olmaz diye düşündüğüm için afacanlık anımı paylaşmak istiyorum. Bizim dönemin en yaramaz, ele avuca sığmayan çocuğuydum. Okul çıkışında arkadaşlar, izinlerini kullanarak dışarı çıkıyordu. Ben ise bir gün önce izin hakkımı kullanmıştım ama dayanamadım, ben de aralarına katılarak okuldan fark edilmeden kaçtım. Çok eğlenceli bir gün geçirdikten sonra okula dönüşte, otobüs deposunun köşesinde bekçinin beklediğini görünce bir terslik olduğunu anlayıp masumiyet maskemi takarak kaçak çıkmamış gibi yürümeye başladım. Bekçi, kapı güvenliğini bırakıp sokağın başına kadar geldi ve “Okul ayakta, herkes seni bekliyor” diyerek uyardı. Amacı, ceza almayayım diye bana yardımcı olmak. O sene yatılılardan sorumlu ‘Mommy’ vardı. Beni çok sevdiğinden, odasına görünmeden koşarak gittim. Mommy ile birlikte bir senaryo hazırlayarak okuldan kaçmamış işlemi yapmıştık. Senaryoya göre ben tenis sahasında ders çalışıyordum, bu yüzden kimse beni bulamamıştı. Böylece hem iznim iptal olmadı hem de ceza almaktan kurtuldum. Bu vesile ile de Mommy’i rahmetle anıyorum.
RÜYA GİBİYDİ
Berna Ülman (UAA’83)
Üsküdar Amerikan’da okumuş olmak bir ayrıcalık ancak yatılı olarak okumuş olmak daha da özel bir ayrıcalık diye düşünüyorum. O yıllarımı düşündüğümde aklıma gelenleri sıralayacak olursam: Sabahlara kadar muhabbet, ölesiye kahkaha ve eğlence, asla sarsılamaz bir birlik ve dayanışma, hayatı beraberce keşif ve kardeşten öte dostlukların temeli... Çok güzeldi, hatta ‘rüya gibiydi’ desem yeridir. Anılar çok fazla. Kantinin damını silme kabukla kaplayacak kadar çekirdek çitlemek, sabah uyanamayanlar olarak reçelli ekmek servisi almak, buz gibi sularla lavabo içlerinde saç yıkamak, beyaz pikelerimizi belimize dolayıp uzun etek yapmak, sene başında iyi yatak ve mümkünse yakınında dolap kapmak, Türkiye’nin her yerinden gelen anne kolilerine iştahla saldırmak, yatak altında fenerle beyaz dizi okumak... Gerçekten de o yıllarımın hayatımın çok değerli bir dönemi olduğunu düşünüyorum. SEV Ailesi olarak bu kültürü şimdi İzmir Amerikan ve Tarsus Amerikan’da devam ettiriyoruz. Oralardaki öğrencilerimizin de benzer deneyimler yaşadıklarını memnuniyetle görüyorum. Keyfini çıkarsınlar, kıymetini bilsinler. Tabii gönlümden geçen, Üsküdar Amerikan’da da yatılılığı yeniden tesis edebilmek ve bu deneyimi yaşayan öğrencilerimizi çoğaltmak. Vakfımızın imkanları ve Camiamızın destekleriyle çok da uzak olmayan bir gelecekte buna olanak sağlayabileceğimize gönülden inanıyorum.
YAŞADIKLARIMIZ DOSTLUKTAN ÖTEYDİ
Gülsevin Okçuoğlu Kıral (UAA’77)
Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü bitirdikten sonra on sekiz yıl bankacılık yaptım. Daha sonra alan değiştirdim ve çocuk edebiyatına yöneldim. Tudem, Bu Yayınevleri’nin ve Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği’nin açtığı yarışmalara katıldım, üç ödül aldım. Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan ve ağırlığını dedektif romanlarının oluşturduğu sekiz kitabım var. Büyük oğlum Eren Mehmet Kıral da 2004 UAA mezunu.
Şimdi geriye dönüp baktığımda: Üsküdar Amerikan Lisesi’nde geçirdiğim yatılılık günlerimizin, kişiliğimizin gelişmesinde çok önemli bir yer tuttuğunu ve hayatımızın en güzel dönemlerinden biri olduğunu görüyorum. Sınavlara babamın arzusu üzerine girmiş, ‘ismini gazetelerde görüp gururlanmak istiyorum’ dediği için de elimden geleni yapmış, sonra bir anda kendimi ürkek ve tedirgin bir şekilde hazırlık yatakhanesine girerken bulmuştum.
Hepimiz el bebek gül bebek yetiştirilmiş, kızlarının iyi bir gelecek sahibi olması için ailelerinin ayrı kalmayı ve belki de maddi fedakârlıkları göze aldığı ufacık çocuklardık. O zamana kadar ev işlerine elimi sürmediğimden olsa gerek, yıkadığım ilk çamaşırı öyle önemsemiştim ki, arkadaşım olsun olmasın herkese kaç gömlek kaç çorap yıkadığımı beyan etmiştim! O gün ayırt edemesem de, kendi ayaklarımın üzerinde durmak, sorumluluklarımı üstlenmek yönündeki ilk adımımmış meğer. Bunu başka ilkler de izledi tabii. İlk derin dostluklar gibi. Ancak şimdi, yaşadığımızın dostluktan öte bir şey olduğunu, belki de kardeşlik diye adlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Üstelik anne baba baskısı ya da rekabeti olmayan bir kardeşlik. Ya örümcek görürsem diye gece yalnız başına tuvalete gitmeye korkan bir çocuk, kardeşinden başka kimi uyandırabilir ki? Ben de bunu böyle doğal kabul etmiş, hiçbir gece niye sıcak yatağımdan çıkıyorum diye düşünmemiştim. Kardeşler, ablaları ya da kardeşleriyle bir iki kazak paylaşırken, biz bütün yatakhane ortak giyinirdik. Hele de o gün bir erkek arkadaşla buluşulacaksa, en güzel kombini yaratacağız diye nasıl da didinirdik.
İnsan arkadaş olarak kendine yakın olanı seçerken, biz çok farklı kişilikler olmamıza rağmen birbirimizi olduğumuz gibi kabullendik. Belki de birbirimizi tüm yönlerimizle, katmanlarımızla görme, çok yakından tanıma olanağımız olduğu için. En girişken, en atak arkadaşımızın üzüldüğü zaman dolabının içine girip ağladığını da gördük (duyduk demek daha doğru belki, yatakhaneye girdiğimizde hıçkırık sesleri gelir de kimseyi göremezsek gider onun dolabını açar, teselli ederdik), en sessiz arkadaşlarımızın sonradan kol başkanı olduğunu da. Kendimiz ufacıkken hastalandığımızda birbirimize baktık, en mahrem (o kadar yakındık ki, mahrem diye bir kavramımız da yoktu zaten) dertlerimizi birbirimize açtık, birlikte çözümler bulduk, dolayısıyla birlikte büyüdük. Nasıl hareket etmemiz gerektiğini birbirimize sorduk, neyin doğru neyin yanlış olduğunu beraber bulduk. Bilseniz, bunun için ne meclisler kurduk, ne hararetli tartışmalar yaptık! Dayanışmamız her şeyin üstündeydi. Ortak hareket eder, birimize yapılan hareketi hepimize yapılmış sayardık.
Küs bile olsak sınavlarda, sözlülerde kopya verir, ders bitiminde dargınlığımıza kaldığımız yerden devam ederdik. Ancak iştahımın dayanışmanın önüne geçtiği günler de oldu. Sabah kahvaltıya kalkamayan arkadaşlara yaptığım sandviçleri gizlice yemekhaneden kaçırıp, sonra yarı yolda yediğim zamanlar gibi! Kendi yaşıtlarınla, güvendiğin arkadaşlarla birlikte geçirilen bir ergenlik döneminin ne kadar zenginleştirici olduğunu şimdi anlıyorum.
Yatılılık bana o kadar çok şey kattı, gelişimimde o kadar önemli bir rol oynadı ki, bu fırsatı yakaladığım için kendimi çok şanslı sayıyorum.
YATILILIK HAYATIN BİZE BİR NİMETİYDİ
Ayşe Koşer Koçak (UAA’87)
Ben İstanbulluyum ancak Yeşilköylü’yüm. Dolayısı ile biz 1980 senesinde okula başladığımızda yatılı olmamak gibi bir şansım yoktu. Ben bunu, hayatın bana sağladığı en büyük nimetlerden biri olarak görüyorum. Okul sonrası hayat, hazırlıkta iken müthişti. Kros koşanlar, okçuluk yapanlar, konser verenler, resim yapanlar… Yemekhanenin şenliği ise anlatılamaz boyutta idi. Her ay mutlaka kıyafet balosu ya da farklı eğlenceler düzenlenirdi. Sonrasında ise okul, yatılılığı kapama kararı aldı ve bizden sonraki sene yatılı öğrenci alınmamaya başlandı. Lise sonda okulda sadece 15-20 yatılı kalmıştı.
Boğazımız da ağrısa, ateşimiz de çıksa; düşsek kalksak hemen Ms. Linder’a gidilirdi. Önce “That’s not my problem” der sonra da aspirin verirdi. 3-5 yabancı öğretmen harici hepsi okulda kalırdı. Bir kısmının yatakhanelerin arkasında kalan daireleri vardı. Bir kısmı ise bahçe içindeki binada kalırdı. Dolayısı ile bizler tahminen iki ay içinde hiç bilmediğimiz İngilizceyi konuşur olmuştuk. Onların katıldığı okul sonrası aktiviteler de çok zevkli geçerdi.
Gayet hanım hanım başladığımız okulumuzdan, 1987’de inanılmaz özgüvenle, ‘ben her şeyi yaparım’ edaları ile çıktık. Ben hiç düşünmeden, erkek işidir diye aklımın ucundan bile geçmeden İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü seçtim. Çünkü biz Üsküdar Amerikan mezunu idik ve her şeyi başarırdık. İTÜ’ye gidip okulun ilk günü karşımda 180 erkek ve 5 kızı görünce çok şaşırmıştım.
İLK GECE HİÇBİRİMİZ UYUMADIK
Neva Hatiboğlu Yalman (UAA’87)
Bursalı olduğum için Üsküdar Amerikan’da ilk dört seneyi yatılı olarak okudum. Benden beş yaş büyük ablam da aynı okulda yatılı okuduğu için ben biraz daha şanslıydım.
İlk gün, tekli yataklardan oluşan hazırlık yatakhanesine yerleşmemizi hiç unutamam. Ürkek ve şaşkın bakışlarla ve annelerimizin yardımıyla yataklarımız yapıldı, tahta dolapların içleri kaplandı ve yerleştirildi. Benim gibi abla veya abileri yatılı okuyanların anneleri bu konuda daha tecrübeliydi. Onlar daha önceden dolap içi organize etmeye yarayan fikirler geliştirmişlerdi, annemin de aralarında bulunduğu tecrübeliler bu fikirleri bilgece uyguladılar!
Bütün hazırlıklar tamamlandı, vakit geldi, anneler bizi orada bırakarak, gururlu ama ıslak gözlerini bizden kaçırarak ayrıldılar. O gün bizler, Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş bir grup 11 yaşında kız çocuğu hayatımızı değiştiren bir döneme başladık. Akşam saat 10’da ışıklar kapandı, yatakhanede derin bir sessizlik oldu, hiç birimiz uyuyamıyorduk. Kim başlattı hatırlamıyorum ama o gece hepimiz sırayla isimlerimizi ve hangi şehirden geldiğimizi söyleyerek tanıştık.
Kimi gün çok eğlendik, kimi gün ailemizi, evimizi çok özledik hatta aramızdan okuldan kaçmaya çalışanlar bile oldu!
Sonrasında yatılı olmanın tüm güzelliklerini hep beraber deneyimledik, beraber ders çalışıyor, derslerde birbirimize yardım ediyorduk.
Tek bir cümle ile özetlersem; yatılı olmak, yatılı olarak Üsküdar Amerikan’da öğrenci olmak, çok sayıda ömürlük arkadaşa, kardeşe sahip olmaktır. Bir ayrıcalıktır!