Zerrin Tamer Gür. UAA’84
Bugünkü aileler çok koruyucu
Zerrin Tamer Gür’ün, mesleği klinik psikolog… Üsküdar Amerikan’da yedi yıl yatılı okudu. Yatılılığın, çocukluktan birey olmaya geçiş aşamasında çok önemli bir rol oynadığını söylüyor. Gür’e göre, bugün, birey olmanın önündeki en büyük engel, ailelerin, çocuklarını koruma konusunda kantarın topuzunu kaçırmaları... Buluşma olarak Zerrin Tamer Gür ile Üsküdar Amerikan Lisesi Yetişenler Derneği’nin tarihi ofisi Kinney Cottage’da buluştuk...
Çocukluğunuz Antakya’da geçmiş. İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?
Antakya’da ilkokulu bitirmiştim. 11 yaşındaydım. İstanbul’da iyi bir okula gitmek istiyordum. Ailem, Galatasaray’ı veya Üsküdar Amerikan’ı istiyordu. İstanbul’a geldik. Üsküdar Amerikan’da daha ev gibi bir ortam vardı. Çevre de çok güzeldi. Galatasaray ise o tarihlerde biraz köhne gibiydi.
Yatılı olmak, aileden ayrılmak size zor geldi mi?
Üsküdar’ı çok severek yedi yıl yatılı hayatı yaşadım. İlk zamanlar biraz ağlayarak, sızlayarak geçti. En büyük şansım hafta sonları eve çıkmaktı. Anneannemin İstanbul’da evi vardı, çıktığımda orada kalıyordum.
Yatılı kalan çok öğrenci var mıydı?
Öğrencilerin yaklaşık üçte biri yatılıydı. Adana’dan çok yakın arkadaşlarım oldu, Güneyli olma kültürü bizi yakınlaştırmıştı.
Üsküdar’da nasıl bir ortam vardı? Öğrenciler yatılılığa kolay adapte oluyorlar mıydı?
Farklı ortamlar vardı. Her hafta sonu ağlayarak ‘beni buradan alın, hiç memnun değilim’ diyen arkadaşlar da vardı. Travma geçirenler, depresyona girip, uyuyup, hiç ders çalışmayan öğrenciler de... Ama bunlar ancak üç-dört kişi kadardı. Onlar bir süre hayatlarına mutsuz olarak devam ettiler. Bunda belki karakterinin de etkisi vardı. Şimdi ise, bu arkadaşlarımla konuştuğum zaman, bana yatılılığın kendileri için çok olumlu etkisi olduğunu söylüyorlar. Ama bunu söylemek için 40 yaşına kadar beklediler.
Siz bu süreci nasıl yaşadınız?
Üsküdar Amerikan’ın ağır ve disiplinli bir okul olması beni okumaya yönlendirdi. Üsküdar, öğrencileri daha çok akademik eğitime hazırlıyordu. Ben de, bu kültüre paralel olarak, kütüphanede zaman geçirmeye bayılıyordum. Yani ‘inek’ derlerdi bana. İlk zamanlar, yatılılığın pek eğlence kısmında değildim. Ama sonradan eğlence kısmında da oldum.
Aileler de bugünkü ailelerden farklı mıydı?
Bugünkü ailede kantarın topuzu kaçıyor, çocuklarımıza sorumluluk vermiyoruz. Bugünkü çocuklar daha kırılgansa ve birey olmak konusunda daha zorlanıyorlarsa, bu durum, ailelerin çok fazla koruyucu kollayıcı olmalarından kaynaklanıyor. Çok fazla problem çözücü olduklarını düşünüyorum. Çocuklar kendi kanatlarıyla uçmayı öğrenmeliler. Yatılılık buna imkan veriyordu.
Yatılılar için okuldaki günlük hayat nasıldı?
24 saat şöyle geçiyordu. 6.30’da yataktan kalkılır. Hemen yataklar yapılır. Okul forması giyilerek saat 7.00’de kahvaltıda olunur. 8.00’de dersler başlar. ‘Eşofmanı geçirdim, pijamanın üstüne bir şey giydim, forma giyemedim’ gibi şeylere asla müsaade edilmezdi. Sınıflara girince gündüzlülerin gelmesini beklerdik. Dışarıdan hem havadis hem de yiyecek bir şey getirirlerdi. Ayrıca, çok güzel şeylerin satıldığı bir kantinimiz vardı. İlk yengeni orada yemiştik. 16.00’da gündüzlüler servislerle eve, biz de kantine giderdik. Zaman zaman ailelerden koli geliyordu, onları yiyorduk. Yöresel yemekler gelirdi. Kutular, yemekhanede bir masanın altına konur ve isteyen istediği kadar alırdı. Burada ciddi bir paylaşma kültürü vardı. ‘Saklayayım, bendekini vermeyeyim’ diye bir şey yoktu. Paylaşmayan dışlanırdı. Akşam ışık kapanınca, yorganın altında fenerle ders çalışırdık. Ergen uyumaz ki. Ms. Millett kapıyı açıp, “girls come on” diye bağırır, 10 dakika sonra tekrar gelir bakardı. Bu arada yatakhanede ilk ‘boyfriend’ anıları anlatılırdı.
PSİKOLOGLUK BENİM İKİNCİ MESLEĞİM
Klinik Psikoloji benim ikinci alanım. İlk mesleğim diş hekimliğiydi. Yedi, sekiz yıl diş hekimliği yaptıktan sonra bir karar aldım. Eşim destek oldu. Oğlum da büyümüştü. Yeniden beş yıl öğrenci oldum. Şimdi çok sevdiğim bir işi yapıyorum. Bu, Üsküdar’da yatılı olmanın bana kattığı özellikler sayesinde oldu.