1993 yılında kurulan Anne Çocuk Eğitim Vakfı, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da onlarca ülkede okul öncesi çocuklar için çalışmalar yürütüyor.
AÇEV, çocukların gelişimine katkıda bulunmak üzere eğitim programları geliştiriyor, yayınlar ve araştırmalar yapıyor, televizyon programları hazırlıyor. AÇEV’in kurucusu ve başkanı Ayşen Özyeğin için sosyal sorumluluk, hayatının çok önemli bir parçası… AÇEV’in yanı sıra İzmit Rehabilitasyon Merkezi, Eğitim Reformu Girişimi, Tohum Otizm Vakfı gibi birçok farklı projede de katkısı var. Ayşen Özyeğin, Buluşma’nın sorularını yanıtladı.
UAA sonrasında neler yaptınız?
1967 yılında Üsküdar Amerikan Koleji’nden mezun olduktan sonra, 1968-1973 yılları arasında halkla ilişkiler uzmanı ve gazeteci olarak çalıştım. Evlendikten sonra ise çocuklarımı büyütürken aynı zamanda sosyal sorumluluk faaliyetlerine yöneldim. Önce eşimle birlikte, desteğe ihtiyacı olan üniversite öğrencilerine burs vermeye başladık. Daha sonra Acıbadem Yetiştirme Yurdu’na destek çalışmalarında yer aldım ve Cerrahpaşa Hastanesi Ağrı Merkezi’nin kuruluşuna destek oldum. 1993 yılında AÇEV’in kuruluşu bir dönüm noktasıydı. Marmara depreminden sonra İzmit Rehabilitasyon Merkezi, Eğitim Reformu Girişimi, Tohum Otizm Vakfı gibi eğitim, sağlık ve kırsal kalkınma alanında faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum kuruluşlarının oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamaya çalıştım.
AÇEV fikri nasıl ortaya çıktı? Neden böyle bir alanı tercih ettiniz?
Çok eskilerden beri hayalim, desteğe ihtiyacı olan insanlarla beraber olmak ve onlara yardım edebilmekti. Çocukken bu konularda çok duyarlı olan annem ile Çocuk Esirgeme Kurumu’nu ziyaret eder, orada gönüllü faaliyetler yapardık.
Bu ülkeden aldıklarımızı geri verebilmek, ihtiyacı olanlara destek olabilmek ve bir fırsat yaratabilmek çok önemli. Bunu yapabilme şansına sahip olduğum bir dönemde, karşıma Türkiye’de sivil toplum tarafından hemen hemen hiç ele alınmamış bir konu çıktı. Araştırmalar, çocuğun gelişiminde erken çocukluk döneminin çok önemli olduğuna işaret ediyordu. Eleştirel düşünce becerilerine sahip, yaratıcı, farklılıklara saygı duyan ve başarılı bireyler olmak için, bu dönemde yakın çevrenin ve eğitimin önemi vurgulanıyordu. Ancak, ülkemizde okul öncesi yaş grubundaki çocuklara ve bu dönemde çocuğu olan ailelere yönelik eğitimler yaygın değildi.
Üsküdar Amerikan’daki okul yıllarımızdan bu yana çok yakın arkadaşım olan, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sevda Bekman’ın da içinde bulunduğu bir grup akademisyenin, 1980’lerden beri üzerinde çalıştığı bir araştırma programından yola çıkılarak hazırlanan eğitim programıyla tanışmam, her şeyin başlangıcı oldu.
Daha önce hiç okul öncesi eğitim almamış 5-6 yaş grubunda çocuğu olan annelere yönelik bir eğitim programının pilot uygulamaları yapılıyordu. Yaygınlaşabilmesi için desteğe ve kurumsal bir yapıya ihtiyaç vardı. Amaçlarıma çok uygun düşen bu çalışmaya hemen katıldım. Türkiye’nin çok önemli üç akademisyeni olan Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, okul arkadaşım Prof. Dr. Sevda Bekman ve Prof. Dr. Diane Sunar’ın yürüttüğü akademik çalışmalar öncülüğünde Anne Çocuk Eğitim Vakfı’nı (AÇEV) kurduk.
AÇEV’deki çalışmalarınızda Üsküdar Amerikan’daki yıllarınızın nasıl bir etkisi olmuştur? Okulda toplum hizmeti çalışmalarınız var mıydı?
Üsküdar Amerikan’da toplum hizmetleri bir gelenektir ve önemlidir. Öğrencilere, toplumun ihtiyacı olan kesimlerine özen göstermeleri ve destek olmaları için önderlik edilir. Toplumdan aldıklarımızı topluma geri verme konusundaki hassasiyetimde tabii ki bu dönemlerin çok etkisi olmuştur.
AÇEV’in dünden bugüne faaliyetlerinden ana hatlarıyla bahseder misiniz?
AÇEV’i kurduğumuz dönemde hayırseverlik anlayışı, daha çok okul binası gibi fiziksel ihtiyaçlara yöneliyordu. Biz farklı bir konuya eğildik ve bilimsel bir eğitim programının yaygınlaşmasına yatırım yaptık. Bu, hem çok yoğun emek hem de imkan gerektiriyordu. Uzun soluklu bir çalışmaydı. Araştırma verilerine dayalı bilimsel çalışmalar ve akademisyenlerimizin önerileri bizi yönlendirdi ve misyon o zaman oluştu: ‘Ülkenin her yanındaki tüm çocuklara eşit fırsat sağlayacak, bilimsel temelli erken çocukluk eğitimleri oluşturmak ve uygulamak.’ Bunu çeşitli işbirlikleriyle gerçekleştirebilirdik. O zamandan beri ülke genelinde başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, yerel ve ulusal düzeyde çeşitli kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapıyoruz.
‘Yedi Çok Geç’ adı altında, beş yıl boyunca sürdürdüğümüz kampanya ile daha fazla çocuğun erken eğitimden yararlanması için, Türkiye’de okul öncesi eğitim konusunda farkındalık yaratmaya çalıştık. O dönemde kampanyamız çok başarılı oldu ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın yüzde 100 okul öncesi hedefi ile yüz binlerce çocuk, okul öncesi eğitimden yararlanmaya başladı.
AÇEV’de sizi en çok etkileyen bir anınızı anlatabilir misiniz? AÇEV’in sizi en çok gururlandıran başarısı nedir?
Çalışmalarımızda o kadar çok anı ve öykü var ki, aralarından sadece birini seçmek çok güç... AÇEV eğitimlerine katılan çocuklar, anneler, babalar ve kadınlarla geçirdiğim her zaman dilimi beni çok etkiliyor ve benim için unutulmaz birer anı oluyor.
AÇEV’in bu çalışmaları; danışmanları, çalışanları ve gönüllüleri sayesinde hayat buluyor. AÇEV’in en büyük zenginliği büyük bir gönüllülük ve inançla çalışan insanlar...
Çalışmalarımızın uluslararası platformlarda takdir görmesi, Birleşmiş Milletler ’den ödüller alması, AÇEV’e Wise ödülünün verilmesi, Clinton Küresel İnisiyatifi’nin takdir belgesinin sunulması çok mutluluk verici. Diğer yandan, Türkiye’de Vehbi Koç Ödülü’nü eğitim alanında alan ilk sivil toplum kuruluşu olmak, benim için en gurur verici başarılarımızdan biri oldu diyebilirim.
Önümüzdeki yıllar için AÇEV’e yönelik için ne gibi planlarınız var?
AÇEV, önümüzdeki yıllarda da erken çocukluk döneminde nitelikli eğitim, gelecek nesillerin yetiştirilmesinde ailelerin rolü ve yaşam boyu öğrenim konularında çalışmaya devam edecek. Toplumsal cinsiyet eşitliği, farklılıklara saygı, çocuk koruma ve engellilik gibi temaları ve toplumun değişen ihtiyaçlarını her zaman çalışmalarında dikkate alacak. Bu çerçevede, hem babaların çocuklarıyla ilgi ve iletişimlerinin artırılması, hem de toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konularına eğilmeye devam edecek.
Ayrıca, faaliyetlerimizde, bilgi teknolojilerinin getirdiği olanaklardan yararlanma yetkinliğimizi de artırıyoruz. Internet ve mobil iletişim yoluyla, program ve faaliyetlerimizin yaygınlık ve etkinliğini daha yükseğe taşımayı hedefliyoruz. Erken çocukluk eğitiminde, hem sahada hem de teknoloji araçlarıyla farklı programlar uyguluyoruz. Türkiye Vodafone Vakfı ile birlikte hayata geçirdiğimiz ‘İlk Altı Yıl’ mobil uygulamamız sayesinde, anne ve babalara, cep telefonları üzerinden çocuklarının erken çocukluk dönemine ilişkin kapsamlı bilgilendirme yapabiliyoruz. Bu tür yenilikleri çalışmalarımıza entegre etmeye devam edeceğiz.
UAA genç mezunlarına ve öğrencilere, sosyal sorumluluk çalışmaları veya bu alanda profesyonel kariyer yapmak hakkında neler söylersiniz?
Bence en önemli sorumluluk, insanlara, hayata başlarken eşit bir fırsat sunabilmekte. Ben, ülkemizde bunun, bireylere erken eğitim fırsatı sunmakla mümkün olabileceğine inanıyorum.
Gençlere önerim, topluma katkıda bulunma konusunda mutlaka bir hedeflerinin olması. Ancak bu şekilde içinde yaşamaktan mutlu olacakları bir dünyaya kavuşabilirler. Kendi gelişimlerine olduğu kadar toplumun gelişimine de önem vermeleri gerekiyor. Onların sahip oldukları imkanları ve bilgi birikimlerini ihtiyacı olanlarla da paylaşmaları çok önemli. Mutlaka okullarında sivil toplum çalışmalarına katılsınlar ve bu alanda çalışmak istiyorlarsa sivil toplum kuruluşlarında staj yapsınlar.
Son dönemlerde sivil toplum alanında çalışmak isteyenlerin sayısı gittikçe artıyor. Bu, çok mutluluk verici. Bu sektörün iyi eğitimli ve bu konulara gönül veren insanlara ihtiyacı var. Biz AÇEV’de, çok iyi okullarda eğitim görmüş, sivil topluma gönül vermiş bir ekip sayesinde, bu kadar başarılı işlere imza atıyoruz.
İKİ KUŞAK ÜSKÜDAR MEZUNU, ÜÇÜNCÜ KUŞAK HAZIRLANIYOR
Üsküdar Amerikan’a girişiniz nasıl olmuştu? Ailenizde başka mezunlar var mıydı?
Ailem ikinci bir dil öğrenmenin önemine inanıyor, bizim yabancı dilde eğitim veren bir okula gitmemizi arzu ediyordu. Türkiye’de İngilizce eğitim veren köklü kurumlar arasından tercihimiz Üsküdar Amerikan Koleji oldu. Benden sonra kız kardeşim Gülsen Çapa Üsküdar Amerikan Koleji’nde okudu ve daha sonra onun oğlu Ali Çapa da Üsküdar Amerikan’dan mezun oldu. Torunum Lal Özyeğin ise halen Üsküdar SEV İlköğretim Okulu’nda eğitim alıyor ve ailemizden üçüncü kuşak Üsküdar Amerikanlı adayı olarak sınavlara hazırlanıyor. Ayrıca, eşimin annesi ve kız kardeşi de İzmir Amerikan Koleji mezunu.
GÖNÜLLÜLÜK VE BAĞIŞ KÜLTÜRÜ
İnsanlar AÇEV’e nasıl destek verebiliyor? Türkiye’de bağış kültürü dünya ile karşılaştırıldığında yeterli mi?
Öncelikle AÇEV’e eğitimlerinde destek veren ve sayıları on binleri bulan büyük bir gönüllü eğitimci kitlemiz var. Vakfımızın varlığını devam ettirmesinde onların katkıları çok önemli. Tabii ki, pek çok projemizde bizimle işbirliği yapan kurum ve kuruluşlar bulunuyor. Hizmet desteği, lojistik destek ya da finansal destekler veriyorlar. Ayrıca, çok sayıda bireysel destekçimiz var. Ben tüm destekçilerimize gönülden teşekkürlerimi sunuyorum. Kampanyalarımızda; yardımseverlik koşularıyla, ürünleriyle ve hizmetleriyle bize katkıda bulunuyorlar.
AÇEV’e destek vermek isteyenler için yakın zamanda www.acevle.org isimli bir web sitesi hayata geçirdik. Burada, ziyaretçilerimize, desteklemek istedikleri eğitim alanlarımızla ilgili gönüllülük, düzenli bağış modülleri, dönemsel kampanyalar ve AÇEV ürünleriyle ilgili seçenekler sunuyoruz. Destek; sadece maddi olarak değil, savunduğumuz alanlarla ilgili farkındalık yaratılmasına katkı sağlayarak da verilebilir. Sosyal medya bunun için çok önemli bir araç, çalışmalarımıza dikkat çekmek de önemli bir katkı sağlıyor.
Ülkemizdeki bireysel bağış kültürü, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, şu an maalesef gelişme aşamasında denilebilir. Örneğin; ABD’de STK’ların bir yılda aldığı bağışların yüzde 80’i bireylerden, yüzde 20’si kurumlardan gelirken, Türkiye’de bireysel bağışların oranı yüzde 29’lar seviyesinde kalıyor. Ancak son yıllarda bu tabloyu değiştirmeye yönelik olarak çalışan, sosyal fayda bilinciyle iş dünyasında kazandıkları yetkinlikleri bir araya getiren genç sivil toplum aktörleri sayesinde, bir zihniyet dönüşümünün yaşanmakta olduğunu da mutlulukla gözlemliyorum. Bu dönüşüm, Türkiye’de bireysel bağış kültürünü de olumlu yönde etkileyecektir.