İpek Bozkurt, 20 kentte örgütlü ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun avukatı. Gönüllü olarak davadan davaya koşuşturuyor. Nisan ayında New York’taki Women in the World Summit’e konuşmacı olarak çağırıldı. Bozkurt, mahkemelerde erkekleri koruyan yaklaşımdan rahatsız. “Bizim mücadele ettiğimiz şey cezasızlık kültürü” diyor.
Kendisiyle Tophane’deki bürosunda görüşüyoruz.
Üniversiteden sonra platformun avukatı olana kadar neler yaptınız?
UAA’dan 1996’da mezun oldum. Kız okulu döneminin son sınıfıydık. Marmara Hukuk’u 2000 yılında bitirdim. O zamanlar Avrupa Birliği çok önemliydi. AB üzerine yüksek lisans yapmak istiyordum. Jean Monet bursu aldım. London School of Economics’te, AB ve hukuk üzerine yüksek lisans yaptım. Türkiye’ye döndükten sonra on sene büyük bir hukuk bürosunda çalıştım. Yaklaşık iki sene önce kendi ofisimi açtım. ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız’ adlı kadın platformunun avukatlığını yapıyorum. Türkiye’de 20 ilde örgütlü olan ve kadına karşı şiddete karşı çalışan bir platform.
Türkiye’de kadın, özel yaşamında da şiddet görüyor ve hukuk onu korumuyor. Nedir bunun arkasında yatan?
Ataerkil bir toplumuz diyoruz. Hukuk sistemi de çok ataerkil. Bu tür davalarda hukukun müthiş bir pasifliğini görüyoruz. Haksız takdirlerle, erkekleri çok koruyan bir hukuk sistemi var. Kadınlar çok yalnız kalıyorlar. Bunu önlemek için, platformumuz da, nerede bir kadın cinayeti varsa, buradaki davayı takip ediyor, davalara müdahil olmaya çalışıyor. Müdahil olunca şunu söylemiş oluyorsunuz: ‘Ben bu davadan etkilendim. Beni de bu davanın parçası say. Ben de bu davayı takip edebileyim.’ Mesela bir kadın öldü. Onun annesi ve babası bu davaya müdahil olur. Bunun gibi... Platformun müdahil olması, aslında yeni ve bizim ortaya koyduğumuz bir şey. Çünkü biz kadın haklarının, kadın cinayetlerinin, kadına karşı şiddetin karşısında duruyoruz. Takip ediyoruz. Çünkü biz de mağduruz.
Bize farklı farklı illerdeki davalarda da taraf olma ehliyeti verildi. Biz bu davaları takip ediyoruz. Ben o platformun avukatlarından biriyim. Onların adına illere gidiyorum, davaları takip ediyorum. Ayrıca İstanbul’daki davaları da takip ediyorum.
Peki devletin yani Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın size bir katkısı oluyor mu?
Aslında Türkiye’de kadına karşı şiddetin, aile içinde önlenmesine dair bir kanun var. 6284 sayılı kanun. Avrupa’daki örneklere dayanılarak hazırlanmış. Bu kanun, “Kadına karşı şiddetin önlenmesi için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı davalara müdahil olabilir,” diyor. Hak veriyor kanun. Ama bakanlık, davaları pek takip etmiyor. Biz mahkemelere, “Bakanlığa hak verildiyse biz de takip edebiliriz,” diyoruz. Bazıları kabul ediyor. Bazıları etmiyor. Onlara anlatıyoruz. Söylüyoruz. “Bakın kanun var. İstanbul Sözleşmesi var,” diyoruz.
Bu kadınların gördüğü şiddet sistematik. Onun için de mahkemenin vereceği karar gerçekten çok önemli. Bizim devlete söylediğimiz özetle şu: “Herhangi bir haksız tahrik durumunda iyi hal indirimi yapma. Cezasızlık kültürüne katkıda bulunma.” Bizim platform bunları takip ettiği zaman toplumsallaştırıyoruz. Yoksa bu tip davalar adli birer vaka olarak kalıyor.
İstanbul Sözleşmesi nedir? Biraz anlatır mısınız?
2014’te yürürlüğe girdi. Birçok devlet tarafından imzalandı ve yürürlükte. Kadın şiddetine karşı müthiş bir altın standart. Dört P dedikleri bir temeli var. Protection, Prevention, Prosecution, Policy. Yani şunları söylüyor: İlk önce şiddeti önleyeceksin. Yok şiddet varsa koruyacaksın. Koruyamadın, şiddet ortaya çıktı, yargılayacaksın. Düzgün soruşturacaksın ve buna karşı politika önereceksin. Sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışacaksın. Kadına karşı şiddet verilerini yayınlayacaksın...
Finansmanı nasıl sağlıyorsunuz?
Çok az sayıda üyemizin verdiği bağışlar, kermesler, basit şeyler. Özerkliğimizi korumak istiyoruz.
Yani size maddi destek veren ulusal ya da uluslararası bir kuruluş yok mu?
Yok! Gönüllülükle yapıyoruz.
Kadına olan şiddet konusunda en son hangi tür çalışmalar yaptınız? New York’ta Women in the World Summit’e katıldığınızı okuduk. Nasıl oldu?
Cleo adında İngiliz bir arkadaşım var. Türkiye’deki kadına şiddeti de yakından izliyor. “Belgesel çekeceğim sen de rol alır mısın?” diye sordu. “Tamam,” dedim. Çekmeye başladı. Gündelik hayatımı takip ediyor. Davalara geliyor. Ofise geliyor. Duruşmalara giderken, gelirken izliyor.
Dying to Divorce adındaki bu belgeselin fragmanı, geçen sene ekim ayında, İngiltere’de bir sponsorluk yemeğinde gösterildiği zaman çok beğenilmiş. Türkiye tam seçim arifesinde olduğu için ben gidemedim.
Women in the World diye bir organizasyon var. Birkaç yerde toplantı yapılıyor. Biri Hindistan, diğerleri New York ve Londra. Londra’daki düzenleyici insanlar, “Biz bu trailer’ı da, buradaki avukatı da çok beğendik. Organizasyonumuza davet etmek isteriz. Bir tanışabilir miyiz?” demişler. Cleo, “Seninle konuşmak istiyorlar,” dedi. Ben de “Tamam,” dedim. New York’taki zirveye davet ettiler.
Tartışılan konular nelerdi?
Bu organizasyonun başında Tina Brown isimli, İngiliz asıllı, Amerika’da yaşayan bir ‘anchorwoman’ var. Lady Diana’nın biyografisini yazmış. Çok geniş bir çevresi var. Bu organizasyon altı senedir yapılıyor. Bu sene 30’dan fazla oturumda, dünyanın her tarafındaki kadın hakları mevzuları dile getiriliyor ve kadın aktivizmi tartışılıyor. Bunun içinde Afrika’daki cihat da konuşuluyor, Hindistan’daki kadın sağlığı da, Kanada’da öldürülen Kızılderili kadınlar da, Suriyeli göçmen kadınların sorunları da... Oturumlardan bir tanesi de ‘Türkiye’nin Korkusuz Kadınları’ oldu. Ben de bu oturuma davet edildim. Her kadın, ülke ülke nasıl aktivizm yaptıklarını anlatıyor. Bizim konuşmacılarımız da, benim dışımda Amberin Zaman, Selin Sayek Böke ve bir de Amerika’da Hillary Clinton’un kadın hakları danışmanı bir büyükelçi olan Melanne Verveer idi. Bizim oturum dışında ben de 30’dan fazla oturumu izledim. Dünya kadınları ile ilgili gelişmeleri takip edebildim.