Melih Levi (UAA‘11)
Tanzimat edebiyatı ilk defa İngilizce olarak yayınlandı.
Şu anda Stanford Üniversitesi’nin Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde doktora yapan Melih Levi’nin, Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ile Rakım Efendi romanının İngilizce çevirisi Syracuse University Press’ten yayımlandı. Roman, Tanzimat edebiyatının İngilizce dilindeki ilk çevirisi olmasıyla alanında bir ilk oldu. Melih Levi’ye çevirisini ve edebiyatla ilişkisini sorduk…
Üsküdar Amerikan’dan sonra nerede ve hangi alanda eğitiminize devam ettiniz? Bugün neler yapıyorsunuz?
Liseden mezun olduktan sonra eğitimime Amerika’da, Amherst College’da devam ettim. İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum. Amherst College aslında edebiyat okumak için ideal bir yerdi, çünkü Amherst, edebiyat kokan, edebiyat soluyan bir şehir. Amerikan şiir tarihinin en önemli isimlerinden bazıları Amherst’te yaşamış ya da burada uzun süreler geçirmişler. Örneğin, Emily Dickinson, Robert Frost, James Merrill ve Richard Wilbur... Böyle bir ortamda edebiyata olan ilgimin her gün katlanarak arttığını hissedebiliyordum. Arkadaşlarla şimdi çok özlemle hatırladığım okuma gruplarımız vardı; hem sevdiğimiz şiirleri tartışır hem birlikte yeni şairler keşfeder hem de kaleme aldığımız şiirleri paylaşırdık.
Şu anda Stanford Üniversitesi’nin Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde doktora yapıyorum. Amherst’te İngiliz edebiyatı okumuş olsam da Türk edebiyatına olan ilgim hiçbir zaman kaybolmadı. Edebiyat; diğer her sanat dalı gibi, içinde bulunduğu ortamdan ve kültürden beslense de her zaman evrensel birtakım duygulara, düşüncelere çanak tutar. Bu açıdan, İngiliz ve Amerikan edebiyatı okurken, ister istemez kafamda hep bir karşılaştırma arzusu oluşuyordu. Doktoramda da bu iki edebiyatı ve Amherst’teyken yine üzerine çalıştığım Alman edebiyatını birlikte çalışmaya karar verdim. 19. yüzyılın sonundan bugüne kadarki şiir tarihini inceliyorum, güncel şiir kitapları üzerine eleştiri yazıyorum, fakat araştırma düzeyinde temel olarak 2. Dünya Savaşı sonrası, 1950-70 dönemi şiirini ve şiirsel yazınını inceliyorum. Şiirde imge kavramı ve biçim üzerine düşünmeyi seviyorum. Hep heyecanla okuduğum ve araştırdığım yazarlar arasında Tezer Özlü, Melih Cevdet Anday, Edip Cansever, Frank O’Hara, Sylvia Plath, Wallace Stevens, Paul Celan ve Ingeborg Bachmann yer alıyor.
Ahmet Mithat romanının çeviri projesi nasıl gündeme geldi? Nasıl bir çalışma yaptınız?
Amherst College’daki ilk senemde, birlikte Divan şiiri üzerine çalışabileceğim bir öğretim üyesi arayışına girişmiştim. Bizim okulda da Türk ve İran tarihi üzerine çalışan bir profesör vardı, onunla çalışmaya başladık. Cumhuriyet tarihimiz üzerine vereceği derslerden birinde, modernleşme sürecini anlatırken bir Tanzimat romanı kullanmak istediğini fakat hiçbirinin İngilizceye çevrilmediği söylemişti. Bunun üzerine birlikte Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ile Rakım Efendi romanın çevirmeye karar verdik. Beni bu romanla Üsküdar Amerikan’da Ayşe Hillhouse tanıştırmıştı. Ayşe Hoca’ya her fırsatta şükranlarımı sunarım çünkü edebi gelişimimde çok önemli bir rol oynadı.
Hepimizin lise çağından az çok hatırlayacağı gibi, Tanzimat romanlarında karşımıza belirgin olarak çıkan karakter tiplemeleri var: Alaturka ve alafranga. Bu karakterler Ahmet Mithat’ın, Namık Kemal’in ve Recaizade Mahmut Ekrem’in eserlerinde abartılı ve mizahi bir şekilde anlatılsalar da aslında modernleşme sürecinde yaşanan birçok tartışmayı ve sorunsalı okuyucuya yansıtmayı başarmışlardır. Evet, özellikle Ahmet Mithat’ın bazı romanlarında daha didaktik bir tavırla karşılaşıyoruz ve bugünün okuyucusu için kimi zaman yeterince ilginç olmayabiliyor. Yine de bu kitapları yakından incelediğimiz zaman, kullanılan ve basit gözüken birçok edebi tekniğin, okuyucuyu kendisiyle derin müzakerelere mecbur bıraktığını görebiliyoruz. Bununla birlikte, çevirdiğimiz kitap Türk edebiyatının ilk romanlarından! Haliyle, modernleşme sürecinde yaşanan gerilimler sadece içerik olarak değil biçim olarak da karşımıza çıkıyor. Yazarlar; Osmanlı toplumunun Batılılaşma dönemini nasıl yaşadığını anlatırken, hem bilinçli hem de bilinçsiz şekillerde, kendileri de benzer birtakım sorgulamalar yaşıyorlar. Bu sorgulamaları, romanın Türk edebiyatındaki serüvenini inceleyerek daha yakından anlayabiliyoruz. Düşünsenize, okuyucuya yeni bir tür, yeni bir damak tadı, yeni bir estetik değer yargısı tanıtıyorsunuz. Ahmet Mithat konumundaki bir yazar için okuyucu ile muhabbet edebilmek çok önemli. Bunu da romanlarında ilginç şekillerde görebiliyoruz. Mesela bizim çevirdiğimiz kitap şöyle başlıyor:
“Felatun Bey’i tanır mısınız? Hani ya şu Mustafa Meraki Efendizade Felatun Bey! Galiba tanıyamadınız. Fakat tanınacak bir çocuktur.”
Bence bu cümleleri bugün, tarihsel bir mesafeden okumak çok heyecan verici. Okuyucuya ulaşmak isteyen, bir tanışıklık duygusu oluşturmak için çaba sarf eden ve okuyucuya roman türünün olasılıklarını anlatmaya çalışan bir yazar ile karşı karşıyayız. Romanın, alay edilen, alafranga, Batıyı baştan savma bir şekilde kopyalayan, mirasyedi karakterini, Felatun Bey’i nasıl tanımazsınız? Etrafınızda hiç mi görmediniz? Bir daha düşünün. Roman boyunca sürekli bu şekilde araya girerek, okuyucuyu yönlendiren bir anlatıcı yaratıyor yazar. Fakat bu kesinlikle okuyucunun elinden tutan bir yazar değil. Tanzimat romanının göze batan didaktikliği çoğu zaman haksızca yorumlanabiliyor. Bence Ahmet Mithat, okuyucusuna ‘nasihat’ veren bir anlatıcı değil. Fakat okuyucusunu ters köşeye sıkıştırmayı veya kendisini farklı bir okuyucu olarak hayal etmeye mecbur bırakmayı çok iyi başarabilen bir yazar. Yani Ahmet Mithat okurken, birçok farklı dinamiği bir arada gözlemleyebiliyoruz. Türk romanının başlangıcından tutun, Tanzimat döneminin sosyal dokusuna, Tanzimat okuyucusunun içine sürüklendiği hayal dünyasına kadar birçok konuya göz atabiliyoruz.
Neden Felatun Bey ile Rakım Efendi?
Aslında Recaizade’nin Araba Sevdası ile bu kitap arasında kaldık. Fakat, Araba Sevdası sadece alafranga karakter üzerine yoğunlaşıyor. Felatun Bey ile Rakım Efendi hem alaturka hem de alafranga karakteri inceleme şansı veriyor. Tanzimat romanıyla ilk kez tanışacak bir okur için Ahmet Mithat’ın daha ilginç ve kolay anlaşılır olabileceğini düşündük. Bu romanlarda ortaya çıkmaya başlayan züppe tiplemesi ve diğer birçok öge, Türk edebiyatının çeşitli dönemlerinde yeniden, değişerek ve gelişerek karşımıza çıkmaya devam ediyor.
Kitabın basılma süreci ve ilk tepkiler nasıldı? Çevirileriniz devam edecek mi? Neler planlıyorsunuz?
Kitabı Syracuse University Press bastı. Bu yayınevi daha önce de Türk edebiyatına dair farklı projelerde yer almıştı. En önemlisi, yakın zamanda kaybettiğimiz çok değerli edebiyatçı Talat Sait Halman’ın birçok çevirisini ve denemesini yayınlamışlardı. Kitabın üniversitelerde okutulmaya başladığı haberlerini aldıkça çok seviniyorum. Hatta daha birkaç ay önce çevirimizi okumakta olan bir sınıf ile video konferans yaptım, hem çeviri hakkında hem de Tanzimat edebiyatı hakkında çok keyifli bir tartışma oldu. Bu çeviri vesilesiyle Tanzimat romanı üzerine çalışmaların artacağını umuyorum.
Bence Tanzimat edebiyatını anlatırken kullandığımız söylem çok kısıtlı kalabiliyor. Birçok kişi Tanzimat’ın sadece uyarlama ve Batıdan örnek alma olduğunu düşünüyor, romanın hep ‘adapte’ edildiği, taklit edildiği söyleniyor. Evet, Batı ve Doğu ikilemi üretken saptamalar yapmamızı sağlayabilir; fakat kimi zaman incelenen eseri veya dönemi bu çift kutuplu ikileme indirgediğimizde, birçok detay gözümüzden kaçabiliyor. Yani, bu romanları sadece bir Batılılaşma sürecinin örneği olarak okumak her zaman pek sağlıklı olmayabiliyor. Çünkü o zamanın edebi dünyasında ve toplumsal dokusunda halihazırda var olan ve daha organik şekillerde gelişmekte olan birçok konuyu yok saymamıza yol açabiliyor. Bu tür çeviriler, eserleri farklı okuyucu kitlelerine sunarak ve farklı bir dilde hayata getirerek yeni bakış açıları teşvik edebiliyor.
Çeviri çok zor bir iş! İki dil arasında gidip gelmek ve bir eserin farklı bir dilde benzer duygusal ve düşsel yankılar kazanmasını başarmak epey uğraş gerektiriyor. Örneğin, Ahmet Mithat’ın eserlerinde ustalıkla yakaladığı samimi tonu, İngilizcede yakalamak için çok emek verdik. Ama insan nasıl yolculuk halindeyken kendini tanımaya fırsat buluyorsa, iki dil arasında kalmanın da yarattığı benzersiz bir süreç var. Okumayı seven herkese, sevdikleri bir şiir seçip başka dile çevirmelerini öneririm. Bunu hayat boyu da yapabilirsiniz! İnanın bu sayede kendinizle ilgili çok şey öğreneceksiniz. Orhan Veli, “Anlatamıyorum” başlıklı şiirinde şöyle diyor:
Bir yer var; biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Çevirirken her şeyi söylemenin mümkün olduğu “bir yer”in varlığına güvenebiliyoruz. Çünkü önümüzde bitmiş bir edebi metin var. Bir şey söylerken her şeyi söylemeyi başarmış bir şiir var, örneğin. Verdiğimiz her kararla, seçtiğimiz her kelime ile hem bu yere yaklaşıyoruz hem de bu yerden uzaklaşıyoruz. Özdemir Asaf, “Tohum” başlıklı şiirinde şöyle yazıyor:
Öyle bir kelime söylesem ki diyorum,
Dışarıda bir başkası kalmasa.
Fakat mümkün değil. Aynı kelime etrafında buluşmamız mümkün değil. Kelimeler şiire yerleşti mi, aynen tohumlar gibi filizlenip, farklı yönlere uzanıp çoğalıyorlar. Bir kelime, ağırlığı ne olursa olsun, toprağa ekildi mi, illa ki bir hayata, hayatlara kavuşacaktır. Asıl sorun, kelimelerin kifayetsiz olması değil, şiire kavuştuklarında durmadan çoğalmalarıdır. Çevirirken de bu mertebeye yaklaştığımızı hissetmek, yani seçtiğimiz her kelimeyi şiirin soluduğu hayata dahil edebilmek muhteşem bir duygu. Mümkün mü? Sanmıyorum. Hele maceraperest olmadan hiç mümkün değil! Nasıl ki kendimizi tanımak ve özgür bir kişilik geliştirmek için kimi zaman evden uzaklara gitmek gerekiyorsa, çeviride de ana metinden kopabilmeyi ve yeni, özgür bir metin yaratabilmek için çeşitli riskleri göze almayı öğrenmemiz gerekir.
En büyük hayalim Tezer Özlü’yü yabancı okurlarla buluşturmak. Uzun süredir onun öykülerini İngilizceye çevirmeye çalışıyorum. Türk şiiri üzerine çeşitli yazılar kaleme almaktayım. Şiir de yazıyorum fakat kendime şair diyebilmem için daha çok yol kat etmem gerekiyor.